Pages

24 Eylül 2009 Perşembe

KALIBIN Adamı Olmamak


Eskiden beri kitap okumayı oldukça severdim. Bir kitap kurdu değilim ama akranlarıma nazaran çok fazla kitap okuduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. En azından, henüz bir üniversite öğrencisiyken bile tamamen kendime ait bir kitaplığım vardı.

Çok çeşitli kitaplar okudum. Konu çok yabancı gelmediği sürece hiç bir kitabı yarıda bırakmadım. Edebiyatın nadide türleri arasından en çok şiiri sevdim. Daha önce serüven veya polisiye kitapları , gizem içeren enteresan kitaplar ve bir aralarda insan psikolojisini mükemmel izah ettiğini düşündüğüm Rus Edebiyatı'nın seçkin klasikleri favorilerim olmuşlardı.

Henüz ilköğretime devam ederken okuduğum macera ve serüven kitapları aklımı başımdan alırdı. Sayfalar arasında kaybolduğumu hissederdim. Gizemli deniz yolculukları, define avları, kendimi yerlerine koyduğum çocuk kahramanlar türlü zeka oyunları ile trajik ve bazen de komik hayatlarına mucizevi masallar katardı. İşte bu hayal dünyaları ılık bir bahar rüzgarı gibi düşüncelerimi okşardı. Belki ilk defa o zaman çocukluktan kopmaya başladım. Mesela ilk ne zaman deseniz, Cervantes'in Don Kişot'unu okurken derim. Yel değirmenlerine karşı savaşmaya kalkışan Don Kişot'un seyisi gerçeği söylediğinde Don Kişot'un mızrağı yel değirmenlerine, "gerçek dünya" da bağrıma öyle bir saplanmıştı ki acısını hala tüm benliğimde hissederim. Fakat bilemezdim acıların çoğalarak geldiğini. 29 tane anlamsız harfin yan yana yazılmasıyla oluşturulan masum sayfalarıyla bir kitap insana tahmin ettiğinden daha fazlasını yapabilirdi. Hesaba katmamıştım...

Günler günleri, insanlar işlerini - güçlerini, işler-güçler daha büyük işleri - güçleri kovaladı. Dünyamız Galaksinin bilinmeyen yerlerindeki bir takım dünyalarla (isimleri NASA ve FBI gizli arşivlerinde tutuluyor diye yaygın bir iddia var. Her halükarda bizlere bildirilmemesi galeyan ve heyecan olmaması açısından oldukça mantıklı gibi gözükmekte. Böyle bir gerçek elbette var. Eğer olmasa insanlar niye seve seve son 2 yüzyıl boyunca saatlerce makine gibi çalışsın? Kendini esir edecek bir sistemin parçası olmayı niye kabul etsin? Dolayısıyla bizim açımızdan gerçeği sezmiş olmak bu noktada yeterli görünüyor.)girdiği bahsi kaybetmemek için çok yıprandı. Önce ozon gazıyla cilalanmış güneş gözlüğü kırıldı. Böylece karizması elden gitti, havası bozuldu. İnsanlar bu büyük patronun iddiayı kaybetmemesi için düşündüler - öldüler, hiç düşünmediler - öldüler, çalıştılar - öldüler, yarıştılar - öldüler, savaştılar - öldüler, vs. - öldüler. Bu süre boyunca ben hiç değişmeyerek çok değiştim. İlk kez masallar dışında kitap okumaya başladığım dönemden bu döneme kadar geçen yaklaşık 15 yıllık bu süreyi ayrıntısıyla anlatmaya gerek duymuyorum.

Ve bugün... Okuduğum bir çok kitap arasında beni en çok vuranın Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ı olduğunu itiraf etmek zorundayım. Selim Işık karakteri hem karanlık zihnimi aydınlattı. Hem aydınlık hayallerimin sonsuza dek kararmasına neden oldu. Bir bakıma vaziyetimi ve vasiyetimi okumuş oldum. Bu zamana değin yaşadıklarımı, hayatımı, "gerçek" denen "BÜYÜK YALAN"ın neresine koymam gerektiğini hiç anlayamamıştım. Herşeyin peşinden gitmeye çalıştım. Herkesi dinledim. Herşeydim ama hiçbirşeydim. Çalıştım, yoruldum. Yeni ergenliğe girmiş çocuklar gibi sürekli mutsuzdum. Hayatın anlamını bulacağımı sanıyordum. Bir gün birisinin, gerçekten beni anlamak için, bana yaklaşacağını sanıyordum. Kendimi çok dinlediğimden olsa gerek artık başkalarının iç seslerini duyabiliyordum. Beni durmadan azarlıyorlardı. Diyorlardı ki, seni geçtim, sen bir hiçsin, niye şimdi sen başarılı bir iş yaptın, niye gezdin tozdun, çektirdiğin fotoğraflara bak, bu kadar fotojenik olmaz insan, şöyle bir aciz ol, yanımıza değil arkamızda ol, fotoğrafta en çok ben görüneyim, mümkünse de sen yok ol.

Çocukluğumun kitaplarında ki maceradan maceraya yol alan o gemilere asla binemedim. Halbuki rüzgar vururken yüzüme koyu kahverengi bir manzara eşliğinde Siyahların ülkesine gitmeyi ne çok isterdim. Onların mitolojik hikayelerini dinlemek, çocuk olmak isterdim. İnsanların bildikleriyle karşılarındakileri öldürmeye çalışmadıkları, beni de kendi pisliğine ara ara bulaştırıp pişmanlıklar içinde kahrolmama neden olmadıkları bir dünya. İnsanların birbirlerinden korkmadıkları, birbirlerinin sırtına basmadıkları mutlak gerçeğin olmadığı bir post-gerçek dünya.

Hiçbirisi olmadı. Yalnızca sevgili yazar, Oğuz Atay, bir vefa örneği olması açısından bizleri unutmadı ve bizim gibiler için bir roman kaleme aldı. Bizim için, romanında, arkamızdan ağlayacak Turgut Özben gibi duyarlı dostlar, bizi tüm sıkıcılığımıza rağmen anlamaya çalışan Günseli gibi sevgililer bıraktı.

Daha sonra ben de bıraktım. Çocukluğumun muzip, sıcak, fantastik macerlarını terkettim. Artık hayal etmiyordum. Bir dostun sayesinde belki de son kez yazıyorum. Bana ne düşünürsen yaz, rahatla demişti. Halbuki ben yazma konusundaki beceriksizliğim hakkında gerekli açıklamayı ona çoktan yapmıştım. Yine de ısrar etti düşünceli bir tavırla. Zamanında, O'na, haddim olmayarak hüzünlü günler yaşattı isem bu yazı nezdinde ondan da özür dilemek isterim.

Bazı zamanlar boylu poslu olmama rağmen bu çocukluk sanrıları yüzünden "kalıbımın adamı" olmadığımı düşünürdüm. Sonra farkettim ki, aslında ben, KALIBIN adamı değilmişim. Velhasıl tutunamadım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder