Pages

14 Aralık 2009 Pazartesi

Ne Zaman Büyüdük Ki?


"Görece" diye bir kelime varya hani, ne kadar önemli bir bilseniz. Biraz üzerinde durmadan edemeyeceğim doğrusu. Yine birkaç soruyla açmak istiyorum perdeyi. Hayatı öğrenmek ve öğretmek için kaç yıl geçmesi gerekir? Ne zaman olgun bir insan oluruz? Kısa olan nedir? Bir kelebeğin hayatı mı yoksa bir gezegenin ömrü mü? Zaman diye bir şey var mı, varsa nedir?

Madem böyle karmakarışık şeylerden bahsediyoruz; madem ki kelime dağarcığımız yeterli değil madem ki "dil, düşüncenin evidir"; madem ki söz söylemek için zamana ihtiyacım var; madem ki yarın çok geç olabilir; madem ki bu anı yaşıyorum; düşünme faslını çoktan geçiyorum. zira, ben bir şey öğretmiyorum; öğreteni de görmedim ve hiç bir şey öğrenme niyetinde de değilim. Ben yalnızca bana masmavi diye kakalanan denizlere, okyanuslara dalmak istiyorum. Korkmak istemiyorum artık; bir adım ileriye gitmek hevesindeyim bu karanlık odanın içinde. Buna izin vermeyecekse bu karanlık oda, ayaklarımın altında, bir adım geri kaymasını bekleyebilirim. Karanlık oda demişken, kısaca eşyalara dokunup renklerini fısıldamasının yeterli olmadığını bildirmek isterdim. Ben o renkleri görmek istiyorum; bir yandan da o renkler ben miyim yoksa diye telaş içindeyim, bir bilsen.

Her neyse; şimdiye kadar bana çocuk diyenlerin bundan sonra bu huylarından vazgeçtiklerini beni doğruyu ve yanlışı ayırt edebilen bir birey olarak gördüklerini ve artık bazı sandıkların - tozlu sandıkların - ister istemez aralandığını müjdelemek isterim. Evet, ben bu çok uzun ve çok kısa hayatımda artık olgun bir bireyim. Ne büyük müjde, değil mi ama. Ayrıca o çocukluk sanrıları esnasında ölmek istemezdim hiç. Zavallı bir şapşal olarak göçmüş olurdum öteki tarafa aksi takdirde. Ama artık böyle bir kaygım yok. Bir devletin yönetimine ortak olabilirim artık ben.

Lafı hiç uzatmadan sırrımı vereceğim. Siz hiç bir zaman yetişkin olamayacaksınız. Tıpkı benim gibi. Çünkü çocukluğun bitmesi gibi bir şey bizim uydurmamız; yani göreceli; yani nispi. Kimsenin arkasından gitmek niyetinde değilim o yüzden. Her şeyi kavramış bir insan olmak niyetinde olmayın diye boşuna zırvalamıyorum burada. Bana bir şey öğretmeyin, bana başka açıdan bakmaktan öte geçemiyorsunuz diye boşuna iddia etmiyorum. Evet bugün sizin krallığınız - korkunun krallığı - benim üzerindeki hakimiyetini tamamen yitirdi. Çünkü seni gördüm ey yetişkin lider; yıldırımlardan ürküyordun bir vakit; nasıl da korkutmuştun beni de. Beraberce dualar etmiştik seninle. Bu düşünceli halimi kutladın ve artık büyüdün diye başımı okşamıştın. Ben sevgiye muhtaç, korkudan uzak olabilmek için seni ve kendimi kandırdım. Sonra biz başka bir hayatta yine beraber olduk seninle ey lider; - kim bilir belki sevgimizdendi bu ödül - ama sen çok değişmiştin; artık sayılardan korkuyordun; gülümseyerek okşadın yine başımı, sen düşüncelisin bırakma kendini diye, bitti artık çocukluk, aydınlandı yolumuz. Artık ileriye umutla bakıyoruz; geleceği kurtardık demiştin. Bense, arkama batan güneşe bakmayı tercih ettim. Neden biliyor musun ey lider? çocuklar orada kalmıştı; ufuktaki kasabanın insanlarıydı onlar; batan kızıllığın içinde küçük küçük yaşıyorlardı, yorgun düşmüşlerdi, ince bir çizgide hayat sürmekten; bizim ışıklı şehrimize özeniyorlardı sayın lider! Ama sen umursamadın ve bana her yeni günde yepyeni bir çizgi çizdin. Sayın lider; sana seslenmek istiyorum; ben o çocuk olarak kalacağım, hiç büyümek istemiyorum. Bırak beni ne olur.

Ben her batan güneşle ölüp, her doğan güneşle doğmayı reddediyorum. evet ben, artık, yolumu aydınlatacak o sürekli ışığın farkındayım ve bu yüzden gerçekten ölmeyeceğim zannındayım. Anlıyor musun sayın lider. ,Elveda.

6 yorum:

  1. lider diye seslendiğiniz kişi kim? daha doğrusu o bir kişi mi? tanrı mı yoksa..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Burada "lider" diyerek herhangi bir kabile liderini metafor yani benzetme aracı olarak kullandım. Liderin tasvir ettiği şey, bizi eleştirel akıldan uzaklaştırıp dogmalara inandırmaya çalışan herkestir. Dini liderler olabilir, ahlak ve etik dersler veren herhangi bir yönetici olabilir. İnsandan düşünme gücünü alan, yeni şeyler öğrenmesinin yolunu tıkayan herkestir, lider.

      Ahlak ve etik kurallar olmadan olur mu diyebilirsin ama asıl söylemek istediğim bu gerçeklerin! çok değişken ve elastik olabileceği. eleştirilmesi gerektiği vs.

      Sil
  2. o halde kendi kendinizi, benliğinizi de devreye katıyor olmalısınız bir bakıma.. daha önceki bir yazınızda da özgürlüğe dair insanın asla özgür olamayacağı(kasettiğiniz özgürlük anlayışını anladım) onun gerek düşün dünyasındaki zikzaklar gerekse de eylem ve inanç kalıplarını belirleyen faktörlerin onun iradi ve akli kontrolünden uzak biçimde şekillendiğini, dolayısıyla belli bir olgunluktan sonra ya da hiç bir zaman ruhsal manada(ruhsâl doğru bir kelimemi bilmiyorum) asla özgür olamayacağından bahsetmiştiniz. buna bir açıdan katılmakla beraber, "insanilik" hususunu göz ardı ettiğinizi düşünüyorum. yani insanı insan yapan, ona "her açıdan" hayati bir şeyler katan, diğer bir deyişle gerçeklik kavrayışının zeminini oturtan ya da gerçeklik kavrayışını yönlendiren sınırsız sayıda "şey" vardır. bir noktada insaniliğin de diğer insanların düşünce ve eylemlerine hükmetmek isteyen egosal yapısını görmemiz gerekiyor. yani aslında herkes iktidar olmak ister. çünkü herkesin turkuları,hırsları,egosu vardır ve bu da insaniliğin içindedir, insanı bütünleştirici öğelerdir. mesela bir insan, toplumun ahlak normlarına aşırı derecede zıt bir eylemde bulunduğunda suç işlemiş olur. söz gelimi bir baba kızına önce tecavüz edip sonra öldürdüğünde pek kimse onu o eyleme yönlendiren süreçleri düşünmez. belki psikolojik sorunları vardır ve bunun da kaynağı mesela çocuklukta bulunulan, çevrenin de körüklediği bir durumdur ve de kim olsa böyle bir eylemde bulunabilirdi. yahut çok bilgili, ahlaklı, son derece hoşgörülü kısaca kemale ermiş bir insanı düşünelim. şimdi bu insanın içinde kötülüğe ve şeytaniliğe dair hiçmi bir şey yok demektir yani. elbette vardır..ve bunun ona - sizin deyişinizle ona dikte edilen kavramlarla ilgisi yoktur. yahut, dünyanın en pis, kötü ve ahlaksız insanında dahi, kafasının bir tarafında iyiliğe dair kıvılcımlar mutlaka vardır. yani insan denen o kompleks yapıyı anlamlandırmaya çalışırken bunu kendi varlığı dışındakilerin etkisine indirgemek eksik kalacaktır. bu noktada -yine karşıtlıklardan var olan tanrıya varmak düşünülebilir..yahut insanın o sınırlı algısallığıyla kavrayamayacağı, anlayamayacağı "bir dizi giz"...
    tanrının aslında şeytanın var olmasıyla var olduğunu düşünürsek, insanın da kötülüğün var olması sayesinde iyi olabileceği gerçeğini ifade etmek bir noktada olurlu gözükmektedir. yani o halde dünya durumlarını "olması gereklilik" olarak ta görmek belki basite kaçmak olsa da mümkün hale geliyor nazarımda..
    bir de mesela tasavvuf ve hümanistik düşüncesindeki "her insan özünde iyidir" ile isa'nın kitabındaki "her insan günahkardır" gibi insan doğasına ilişkin farklı anlayışların hangi bağlamda zıtlaşıp birleştikleri gibi bir soru da ve sizinde sonsuzluğun kıyılarındaki fikirlerinizin zihnimde bir kavram kargaşasına ittiğini ve beni bilinemezciliğe daha da fazla yaklaştırdığını itiraf etmek isterim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. evet, ilk söylediğiniz cümledeki gibi kendimi katıyorum buna. zaten felsefede şöyle bir anlayış da vardır. her şeyi yorumlayan insan olduğuna göre hiçbir şey objektif olamaz. ben bunu hem kabul ediyorum, hem de insanın objektif olamayacağını da yazmıştım. zaten aynı manzaraya bakıp farklı resimler yapmak buna delil gösterilebilir ve daha bir sürü şey. yorumu yapan ben olduğum için ve kanaatler öne sürebildiğim için hata yapma, yanılma payım var. o yüzden de http://www.postmodernizm.blogspot.com/2009/08/gercegin-pesinde.html bu yazıyı yazdım.

      şimdi böyle yazınca kendimi beğenmişlik gibi algılanmasın ve bu bir geri adım da değil. bunu şöyle açıklayayım; aristo'nun zamanında öne sürdüğü bilimsel öngörülerden tamamına yakını ispatlarla çürütülmüştür. niels bohr'un atom hakkında öne sürdüğü üç temel varsayım da bugün geçersizdir. bunu şunun için anlatıyorum; yanlış yapmak veya yanlışı göstermek ilerlemenin önünü tıkamaz. ben de düşüncelerime böyle yaklaşıyorum. bu sınırsıza yakın bir kuşkuculuktur.

      şimdi gelelim bahsettiğiniz, insanilik kavramına. ben bunu reddetmiyorum zaten. hatta insanın hümanist yanını açığa çıkacak her güdülemeyi destekliyorum. ama şu noktayı da göstermek isterim ki, insanın, anladığımız manada insaniliğinin hiçbir dayanak noktası yok. insan gerçekten bir hamur gibidir ve yaşadıklarının şeklini alır. sürekli birbirine çarpan ve etkileşimlere giren akıl yoksunu atomlar gibi düşünün. fakat sınırlı zekasıyla kendini kavrayamaz. gücümüz yetmez buna bir kere. bizi neyin tetikleyeceğini ölçemiyoruz mesela.

      ama bugün insanı öyle bir noktaya yerleştirdiler ki, zannedersiniz insan aklıyla her şeyi kavrayabilecek güçtedir. bu düşüncenin temel dayanağı da john locke'a dayanmaktadır. bugünkü ekonomik düşünce toplumunun esin kaynağı da onun söyledikleridir.

      şu söylediğinize de katılmıyorum. "insanın hakim olma/hükmetme egosu". insanda böyle bir ego yoktur. bu zamanın şartları içinde oluşur. insan da, hayvandan farklı olarak gelişen tek şey bilinçtir. bu da, locke'un dediği gibi her şeyi bilebileceğini göstermez. biz yalnızca çok büyük bir kitaplıkta olduğumuzu ve o kitaplığı tamamen algılayıp kavrayamayacağımızı bilebiliriz. bu max stirner'in biricik kavramıdır. ve einstein da şöyle der;

      "Ben bir ateist değilim. Kendime bir panteist diyebileceğimi düşünmüyorum. İlgili soru bizim kısıtlı akıllarımız için çok geniş. Biz, pek çok değişik dilde kitapla doldurulmuş bir kütüphaneye giren küçük bir çocuğun durumundayız. Çocuk kütüphanedeki kitapları birisinin yazmış olması gerektiğini bilir. Nasıl yazıldıklarını bilmez. Yazıldıkları dilleri anlamaz. Çocuk, kitapların sıralanmasında esrarengiz bir düzen olduğundan şüphe eder, ama ne olduğunu bilmez. Bu durum, bana göre, en zeki insanın bile tanrıya göstereceği yaklaşımdır. Biz, evrenin muhteşem bir şekilde düzenlendiğini ve belirli kanunlara uyduğunu görmekteyiz, ancak bu kanunları çok bulanık bir şekilde anlayabilmekteyiz."

      Sil
  3. hey! önünü aydınlatacak o sürekli ışığı nereden buldun peki? ben ya da bir çok insan neden bir ışık göremiyor?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. şöyle örnek vereyim. matematikten zerre anlamayan birinin eline işlemlerle dolu bir kağıt verelim. içinde bir sürü terim, sembol, sayı filan olsun. bu insan bu kağıda bakar ama hiçbir şey anlayamaz doğal olarak. hatta canı sıkılır. hatta matematiğe söver. ama o kağıtta belki de çok değerli bir şeyin çözümü yatıyordu; mesela; yüzyıldır çözülemeyen ve sahibine milyon dolar kazandıran poincare sanısının çözümü... şimdi bu kağıt da yazan işlem değersiz midir? elbette hayır. ama matematik bilmeyen bir insan için o kağıt bir çöp kadar bile değersiz görülebilir.

      ben de böyle bir matematik kağıdı gibi görüyorum hayatı. aydınlanma olarak nitelemiyorum düşüncelerimi. ben bu matematik işlemi dolu kağıtta aslında neler olduğunu merak ediyorum ve sınırlı aklımla bunu pek algılayamacağımı düşünüyorum.

      bir insanın matematik öğrenmesi aydınlanma değil, merak sonucu bir kazanımdır. olaya buradan bakın.

      Sil