Pages

24 Mayıs 2012 Perşembe

Emeğin Erozyonu

Claude Monet - Nympheas
"Tüketim ideoloğunun dileği bütün dünyayı yutmak; tüketici biberon için çığlıklar atan ebedi süt çocuğu".   Erich Fromm
Emek; mal veya hizmet üretimi sırasında ortaya konan insan kaynağıdır. Üretimi gerçekleştirenlerin fiziksel ve düşünsel katkılarıdır. Emeğin erozyonu güç dengelerini değiştiren bir unsurdur. Bu noktada emeğin karşılığı olan değerin ne ölçüde elde edilebildiğini eleştirebiliriz.

21. yüzyılın milletleri şirketlerdir. Bağlı oldukları ulustan çok kapitalin sahibine hizmet ederler. Öyle ki silah ticaretiyle muazzam karlara ulaşmak için ideolojik, dini tartışmaların fitili ateşleniyor ve kutuplaşmalara destekler verilebiliyor. Bu çatışmalarınsa doğrudan bir devlete veya halkına bir yarar sağlayabileceğini düşünmek zor. Fakat bahsetmek istediğim bu değil. Kar odaklı çalışan firmaların aç gözlülüğü karşısında eriyen emek, iş gücü.

Artık ticareti yapılabilir hemen her şeyin bir fiyatı var. İnsanın üzerinde yaşayabileceği tüm toprak parçası parsellenmiş, pay edilmiş ve fiyatlandırılmış durumda. İktisatta serbest mal olarak nitelendirilen, yani herhangi bir fiyat biçilmemiş bir doğal kaynak vb. yok. Dünya üzerinde yalnızca bir iki küçük topluluk özerk ve devlete vergi vermeden yaşamını sürdürüyor ve böyle durumlar sadece istisnai.

Fiyatı olan bir şeyden faydalanmak istiyorsanız, elinizde sermayenizin olması gerekir. Sermayeyi bulmanın yegane yolu da sistemin içine dahil olmaktır. Öncelikle parayla dönen bu sistemin çarkları arasına girmek mecburiyetindedir her ergin (genel olarak yetişkin) birey. Daha sonra zihinsel veya bedensel bir emek vermek durumundadır kapitali elde etmek için. Peki gerçekte bu kapitalle elde edilen değer emeğin tam karşılığı mı? Bunu yaşam standartları veya en az geçim indirimi gibi standartlarla ölçmüyorum. Yalnızca emek, ederine eşit mi diye soruyorum.

Occupy Wall Street
Teorik olarak düşünürsek bu pek mümkün görünmüyor. Çünkü, şöyle bir gerçek var ki, dünyada sermaye gücünü elinde bulunduranların oranı, dünyanın geri kalanına göre kıyaslarsak %1 gibi komik bir rakamı gösteriyor. Böyle bir vahim istatistik, geçtiğimiz dönemde Amerika'da, kapitali elinde bulunduran bu %1'lik kesime karşı gerçekleştirilen "Occupy Wall Street" (Wall Street'i işgal et) protestolarıyla reaksiyon buldu.

Gerçekte emeğin ederinin ne olduğunu hesaplamak güç olsa da, böylesine önemli bir sermaye gücünü elinde bulunduran azınlığın, %99'luk kesimin emeğini hortumladığını açıkça söyleyebiliriz. Yani, dünya üzerindeki insanların neredeyse tamamı, emeğinin önemli bir kısmını küçük bir azınlığa hibe ediyor. Yani x kadar emeğin karşılığını çok komik ederlerle geri alıyor. Mesela; x/5, x/10 ve hatta x/100 gibi...

Peki bunun sonuçları nelerdir? Sermaye gücünün bir defa eline alan bu küçük azınlık, emeğinin karşılığını alamadığı görüşünü nerde savunacağını bilemeyen çoğunluğa hükmediyor. Çünkü, sistemde hak arayabilecek bir mekanizma yok. Liberal iktisatta her şey arz talep dengesine göre oluşuyor belki ama sermayenin akışı alt tabakalara doğru rijit yani katı. İnsanoğlunun sürekli yenilenmesi ve yeni iş gücünün her gün sisteme katılması müthiş bir emek sirkülasyonu sağlıyor ama aynı anda sermaye bu kadar sirküle olmuyor. Bunun nedenlerinden biri de mirasçılık. Miras olarak aktarılan sermayenin bölünmesi bile sermaye sahiplerinin gücünün azalmasına neden olmuyor. Bu söylediklerim sermaye sahiplerine karşı bir atak değil ama söz gelimi milyon veya milyar dolarla ölçülen bir servete sahip bir iş adamının sermayesi, ölümünden sonra 10'a bile bölünse bu bir güç kaybına neden olmuyor. Kaldı ki şirketlerin tüzel kişiliği sermayenin buhar olmasına engel oluyor. Hisseler kişiler arasında el değiştirse bile şirkete yapışık olduğu çok da bir şey fark etmiyor.

Şimdi bir malın ederini hesaplayan eksperler (uzmanlar) elbette var. Bunlar menkul veya gayrimenkulün fiyatını piyasa gidişatına göre çok iyi hesaplayabilirler ama gerçekten de bir mal veya hizmetin ederinin ne olabileceğini düşünebiliyor muyuz? Daha doğrusu emeğimizin değerinin gerçekte ne kadar sermayeye değer olabileceğini. Buradaki sorun, halk tabakasından insanların hayatlarını idame ettirebilmesi sorunu değil kesinlikle. Kaldı ki, şirketler modern kölelikle tutsak ettikleri hane halkını doyurmayı ve geçindirmeyi kendilerine bir görev edinmişler. Kesinlikle kölelerini aç ve açıkta bırakmazlar. Ama sessiz sedasız bir sermaye ve bu sermayeyle beraber kayan bir güç kayması yaşanıyor. Emeğin erozyonu diyorum ben buna.

Şimdi basit ve teorik bir durum ortaya koyarak devam edelim. Bir iş adamı ile bir işçi; ortak bir amaca hizmet için yürüttükleri iş için ne kadar emek harcarlar? Saat olarak baktığımızda arada hiçbir fark yoktur varsa bile bu işçi aleyhinedir. Kol gücü veya zihin gücü olarak değerlendirirsek, ya da fiziksel veya ruhsal yıpranma açısından bakarsak burada yine ve kesinlikle işçinin aleyhine bir durum olduğunu fark ederiz. Elde edilen edere baktığımızda ise, işçinin kazanacağı ücretin saat veya gün başına ürettiği birimle veya sabit bir ücretle kısıtlandığını görürüz. Halbuki iş sahibinin kazancı teorik olarak sonsuzdur. Bunu işi kurmak için ortaya koyduğu kapitalle ilişkilendirirler ve tabii iş sahibi olmanın verdiği riskle. Halbuki, iş adamının kar olasılığı sınırsız ve firma ömrü sonsuz iken, olası kaybı kesinlikle sınırlıdır. Firma çalışırken aldığı kredileri dahi katsak bile.

Şimdi geldiğimiz noktaya bir bakalım; sermaye sahiplerinin elinden neredeyse hiç çıkmayan bir güç ve hane halkının birkaç istisna dışında, emeğiyle kesinlikle ulaşamayacağı bir tepe noktası var... Dünyadaki toplam kapitalin %40'ının bu %1'lik kesimde olduğu söyleniyor. Bu gerçekten vahim bir durum ve şirketler artık ilk kuruldukları dönemden daha güçlüler. Bir defa artan sermayeleri onların söz sahibi olmasını sağladı. Hatta hiseleri zarar görmesin diye bugün, bazı önemli siyasi kararlar borsanın kapanış gününde açıklanıyor. Şirketler devlet kararlarına etki eden önemli bir güç oldu. 

Şöyle bir şey de duymuştum; bugün, 50 yıl önce var olan şirketlerin çok önemli bir kısmı artık yok. Buradaki oranı hatırlayamıyorum ama çok büyük bir rakamdı orası kesin en az %80 gibi. Bu şunu gösteriyor; birçok şirket zamana yenik düştü ve kaybolup gitti. Ama bugün artık eskisi kadar cılız değiller. Hem kanunlar, hem de insanlar karşısında daha güçlüler. Para piyasalarını derinleştirdiler. Banka kredileriyle hane halklarının evlerinin daha da içlerine girdiler. Sistemin dışında kalan ve kendilerine hizmet etmeyen bireyler bırakmadılar. Artık sallansalar da o kadar kolay yıkılmıyorlar. Ekonomik savaşlar veren devletler iflas edebilecek büyük şirketleri kanatlarının altına almaya başladı bile çoktan.

Bugün artık çok önemli bir sermaye sahibi olmadan şirket bile kuramazsınız. Hele bir banka kurmak normal bir vatandaşın hayali bile olamaz. Sermaye sahipleri koltuklarına iyice yerleşti. Girişim ve başarı hikayeleri daha az duyulmaya başlanacak. Şimdilik hane halkının KOBİ olabilmek gibi bir vizyonu var en fazla. Birkaç internet yıldızından başka parlayan bir ışık yok. Çünkü emeğin erozyonu var. Bireyin şirket sahibi olabilme düşleri kurmasına yarayabilecek o ciddi sermayeyi nereden bulabilir? Bunun için ne kadar zamana ve daha çok da şansa ihtiyacı var?..

İnsanlar, tek gerçeğin hayatı idame ettirme olduğunu düşünüyorlar. En ekstrem tatil düşlerine, mülk düşlerine ulaşsalar bile unuttukları bir şey var bana göre; "emeğimin karşılığını alabiliyor muyum?" Dolayısıyla güç dengeleri hızla değişiyor. Monty Python üyesi, ünlü yönetmen Terry Gilliam'ın "şirket savaşları"nı konu eden harika kısa filmini izlemenizi de tavsiye edebilirim; "The Crimson Permanent Assurance".

Monty Python's The Crimson Permanent Assurance - Şirket Savaşları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder