Pages

4 Mayıs 2012 Cuma

Yaşamak

Skrik - Edvard Munch
"İnsanın varlığı sırla kuşatılmıştır. Bizim dar bilgimiz ve tecrübemiz sınırsız denizlerde bir küçük adadır sadece."               John Stuart Mill
"Mobilya satın alırsınız. Kendinize dersiniz ki, bu hayatım boyunca ihtiyaç duyacağım son kanepe. Kanepeyi alırsınız ve sonraki birkaç yıl boyunca, hangi işiniz ters giderse gitsin, en azından kanepe sorununuzu çözmüş olduğunuzu bilirsiniz. Sonra o güzel yuvanızda kısılıp kalırsınız. Bir zamanlar sahip olduğunuz şeyler artık sizin sahibiniz olur."
                                                                                      Chuck Palahniuk 
Hayatın bekleyene, geride kalana tahammülü yok. Daima adımlar atmalısınız. Attığınız adımlar kalabalığın adımlarına uyum gösteriyorsa ne ala. Uyum göstermiyorsa dahi yürümeye devam etmeli. Yolculuğun nereye varacağının hiç önemi yok. Tek yapılması gereken beklememek. Çünkü bekleyen insan, kalabalığın ayakları altında ezilir. Yanlış bile olsa, bize çaresizliğimizi unutturacak yolumuzda ilerlemeliyiz.

Dünyada değişim rüzgarlarının bu denli şiddetli estiği bir dönem yaşanmamıştır. 7'den 70'e herkes koşturuyor. Öyle bir çark kurulmuş ki ve o kadar hızlı dönüyor ki bu çark, başımızın dönmemesi imkansız. Durup soluk almak isteyen insanınsa o çarklar arasında ezilmesi, parçalanması kaçınılmaz.

Peki sistemle neden bu kadar entegreyiz ve neden hepimizin bir parçası olan doğa ile daha fazla bütünleşik olamıyoruz? Neden kendimizi çok hızlı dönen bir çarkın esiri yaptık? Neden tüm yaşamımızı para kazanmak için rekabet etmeye endeksledik? Ve en önemlisi neden varoluşumuzla bu kadar az ilgileniyoruz?

Nazım Hikmet, "...yani, nasıl ve nerde olursak olalım hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak" derken, insanoğlunun varoluşuna karşı bu vurdumduymazlığını vurguluyordu belki de.

Yakın zamanda tv'den duyduğum bir fıkra şöyleydi; "Günde 5 balık tutan bir Meksika'lı balıkçı vardır. Küçük teknesiyle denize açılır her gün; denizden nafakasını aldıktan sonra eve döner. Bu balıklarla ve daha önceden hazırladığı bir şarapla beraber, eşiyle karnını doyuru; sonrasında fiesta yapar; siesta yapar; doğayla iç içedir ve hayatını böyle sürdürüp gider. Fakat daha sonra bir Amerika'lı iş adamı gelir ve Meksika'lıya borç para teklif eder. Böylece daha çok balık tutup, daha çok para kazanacağından ve lükse kavuşacağından bahseder. Halbuki bu bir ilüzyondur. İnsanlar kendilerine "ihtiyaçmış gibi gösterilen sayısız ürün" arasında yaşama mücadelesi veriyor. Bunu fark eden, Meksikalı balıkçı, bu zenginlik arayışının bir sonu olmadığını ve zaten keyifli bir hayat sürdüğünü söyleyerek Amerika'lı iş adamından kurtuluyor".

İktisatçı David Ricardo şöyle demiştir; "Dünya üzerindeki en değersiz şey, paradır". Yaklaşımı da şudur; para hiçbir işe yaramaz. Hiçbir ihtiyacı doğrudan gidermez. Yalnızca devletin verdiği değer açısından bir mübadele ve işlem aracı olmuştur. Söz gelimi, ıssız bir adaya düşse bir adam, banknotları hiçbir işe yaramaz. Karnını doyurmaz; üstünü örtmez; işini görmez vs.

Ama para bugün hayatın odak noktasındadır. Her yere girmiştir; bütün elleri dolaşmaktadır. Fark etsek de etmesek de sistemi devam ettirebilmek açısından en güçlü silah olmuştur. Para kazanmak ve sözde ihtiyaçlarını karşılamak için insanlar sisteme bağlanmıştır; tıpkı köle gibi. Yeryüzünde bayrakları olan kocaman çiftlikler vardır; bir "Hayvan Çiftliği"ne dönmüştür dünyamız.

Bir gün Dalai Lama'ya insan hakkında en çok neyin onu şaşırttığını sormuşlar. Cevaben şöyle demiş; "İnsanlar, para kazanmak adına sağlığını yitiriyor. Daha sonra sağlığını düzeltmek için de paralarını harcıyorlar. Gelecek hakkında daima çok endişeliler ve bu yüzden anın tadını çıkaramıyorlar. Bu sebeple ne "şimdi"de ne de gelecekte yaşayabiliyorlar; hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp; aslında hiç yaşamadan ölüyorlar".

Medeniyetimizin bu kadar hızlı dönüşmesine gerek yok. Bizler, bizi tanımlamayan işlerde gönüllü köleler olduk. Gücü elinde bulundurmak isteyen yöneticilere hizmet eden, dogmatik, sınırlı, yüzeysel insan toplulukları. Ne kadar yönlendirildiğimizin farkında bile değiliz.

Dünyada sisteme hizmet etmeyen çok az topluluk kalmıştır. J.M. Gustave Le Clezio'nun, Ourania'sında bahsettiği, Meksika'da bir tepede bulunan Campos gibi paranın kurduğu sistemden uzak topluluklar yalnızca ütopyadır artık. Çünkü her yer parsellendi; hemen her şeye fiyat biçildi ve sonra insanlar bununla birbirlerine bağlandı. Daha iyisine sahip olmak düşüncesi insanlara empoze edildi. Bundan kurtulamayız artık; bundan kolayca kurtulamayız. Başımızın üstünde devasa yıldızlar yüzerken; biz ilüzyonlarla uyutulduk.

2 yorum:

  1. şurda dövüş kulübünden chuck'tan bir cümle gördüm pek sevindim :)

    YanıtlaSil
  2. Sistemin ne olduğunu ve nasıl işlediğini bilmek bize bir farkındalık sağlayacak ve bakış açımızı genişletecektir sadece. Zira sistemi beğenmiyoruz diye ondan kaçacak değiliz. Bir insan içinde olduğu sistemin ne olduğunu ve nasıl işlediğini bildiği halde sistemin içindeyse hala, bu, o insanın sistemi o şekilde kabullendiği anlamına da gelmektedir aynı zamanda. Evet, maalesef sistem kötü. Ama bunun için yapabilecek çok fazla bir şey yok.

    YanıtlaSil