Pages

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Yakın Çağ Düşünce Tarihi

Antonio Ciseri - Ecce Homo
"Doğa kanunları Tanrı'nın emirleridir. Onlar olmasa, biz âhlakı dayandıracak bir temel bulamayız".                                       John Locke
"Her bireyin kendi koşullarını iyileştirmeye yönelik doğal çabaları, dışarıdan yapılacak herhangi bir yardımdan çok daha yararlıdır ve toplumda servet ve refahın artması için yeterlidir".                                                                                                                                        Adam Smith
"Yoksulluğu azaltmadan zenginliği arttıran ve suç işleme bakımından,sayılardan daha hızlı artış gösteren bir toplumsal sistemin özünde çürümüş birşeylerin olması gerekir".                         Karl Marx
“Sen kaçıksın be insan! Kafasında büyük şeyler ve tanrılar dünyası kuran ve kurduklarına da inanan sen, hayaletler ülkesi kurup kendini onlara karşı vazifelendiriyorsun, oysa o, sana el sallayan bir idealdir. Senin saplantın var! Şaka yaptığımı ya da mecazlı konuştuğumu sanma, yüksekliklere tutunanları, insanların büyük çoğunluğunu, neredeyse dünyadaki tüm insanları gerçek deliler olarak görüyorum, tımarhanelik deliler. ‘Saplantı’ diye neye derler? İnsanları egemenliğine almış bir düşünceye. (…) Örneğin, pek çok gazetemizde işlenen töre, yasa, Hıristiyanlık ve benzeri aptal ve boş laflar, saplantı ve kaçıkların zevzekliği değil mi? Ve içinde gezindikleri tımarhanenin çok büyük olmasındandır ki, özgürce dolaştıkları sanılmaktadır. Böyle bir kaçığın saplantısına dokunun da görün. Sizi arkadan vuracak kadar sinsi ve haindir.”                                                                                   Max Stirner

Felsefe genelde sıkıcı bir konu olarak görülür. Aslında hiç öyle değildir. Felsefe hem varoluşla ilgilenmesi açısından; hem de bilimsel disiplinler arası bağlantı kurması açısından çok önemlidir. Hatta felsefesi olmayan bilim / bilim insanı düşünülemez denilebilir. Felsefi yönü, yorum yönü gelişmemiş bir bilim insanı adayı asla gerçekten kayda değer bir bilim insanı olamaz görüşüne sahibim. Örneğin Albert Einstein'ın; arkadaşlarıyla kurduğu "the olympia academy" adını  verdikleri ve bilim ve felsefe alanında tartışmalar yaparak kendilerini geliştirdikleri grup, felsefenin bilimle birlikte anılmasının önemini gösteren işaretlerden biri olarak görülebilir. Benzer şekilde felsefeyi sevmeyen insan, bu dünyayı anlamaya gayret göstermeyen, sıradan biri olarak nitelendirilebilir kesinlikle. 

Bu yüzden yakın tarihimize, kendi açılarından damga vurmuş, günümüz paradigmasının esin kaynağı olan 4 büyük filozof ve iktisatçı hakkında anlatmak istediklerim var. Aslında bir çok büyük filozof sayılabilir ama bu büyük filozofların değeri, belirli bir eğilimi en iyi ifade etmelerinden ve de yakın tarihimizin düşünce ve yaşama biçimine doğrudan yön vermeleri açısından büyük önem taşıdıklarını düşünüyorum.

i.) John Locke
John Locke
İnsan zekasını "tabula rasa", yani boş bir levha olarak tanımlamıştır, John Locke. İnsan yaşadıkça gözlemlerinden ve deneyimlerinden öğrendikleriyle bu boş levhayı doldurur.

18. yy.'da aydınlanma çağının en önemli fikir adamlarının başında gelir. İnsan aklına olan güveni artırmış ve insanın aklıyla doğayı ve sosyal hayatı kavrayabileceğini  iddia etmiştir, ki bu günümüzde hala geçerli olan bir düşünce biçimidir.

Liberalizmin de temellerini atan John Locke, insanın aklıyla çıkarlarını maksimize edeceğini düşündüğü seçeneği, rasyonel olarak seçeceğini iddia eder. İnsan davranışlarında tercih mantığı önemlidir ama bunu sadece bu açıdan değerlendirmek anlamlı olmamıştır.

Rekabeti evrenselleştirip, gücün geri dönülemez biçimde girişimcilere kaymasına neden olan Locke; sosyal bilimlerde "Bourns Humain Del Spirit" yani "İnsan Zekasının Sınırları" olduğunu ifade eden Voltaire'e karşı kaybetmiştir, diyebiliriz.

http://www.postmodernizm.blogspot.com/2011/06/insan-zekasnn-snrlar-bornes-de-lesprit.html
ii.) Adam Smith
Adam Smith
"Ulusların Zenginliği" kitabının yazarı bir başka önemli liberal de Adam Smith'dir. Bugün bir çokları tarafından, liberal düşünceleri yüzünden kıyasıya eleştirilse de, aslında John Locke'dan daha manevidir diyebiliriz. 

Özellikle değer kavramı üzerinden getirdiği eleştirilerle, liberal düşüncenin içinden çıkamayacağı durumları henüz o çağda göstermiştir. 

"Güneşin altında tenini ısıtan bir dilenci ile, daha çok tüketmek, daha pahalı ürünler kullanabilmek için zamanını harcayan, emeğini tüketen bir çalışan arasında değer bakımından ilişki kuramıyorum" diyerek bunu açıkça göstermiştir aslında.

Smith; aklın bilimsel analizlerdeki rolünü kabul etmekle beraber, gözlemlere de gereken değerin verilmesi gerektiğine inanmaktadır. Bu yaklaşımın (tercih mantığı) insanın belirli bir andaki arzu ve ihtiyaçlarına en uygun ve en pratik şekilde cevap verebilecek alanları ortaya koyabileceği düşünülmektedir. Aynı zamanda bireylerin, kendi arzu ve ihtiyaçlarını etkileyip gerektiğinde değişmesine de olanak tanımaktadır. Dolayısıyla, kendi bireysel fayda maksimizasyonunu düşünen akılcı bireylerin; kendi arzu ve isteklerini tatmin edip birbirleriyle tutarlı hale getirebilecekleri de düşünülmektedir. Böylece toplumsal çıkarların maksimumlaşacağı ifade edilmektedir.

Bu açıdan bakıldığında Smith'in, John Locke'dan farklı bir eğilim gösterdiğini söyleyebiliriz. Bu biraz daha insani bir eğilimdir ama yine de işin içinden çıkamadığı gözlemlenmektedir.

iii.) Karl Marx
Karl Marx
Karl Marx, liberalizmin getirdiği acımasız kapitalciliğin tam karşısında durmuş önemli bir iktisatçı ve düşünürdür. İlk defa proleter tabakayı ekonominin bir unsuru olarak görmüştür. Ekonomik modelleri çokça tartışılabilir, hatta önerdiği ekonomik modellerin başarısız olmuştur.

Elbette düşünce biçimi gökten zembille inmemiştir. Çağın acımasız rekabetine ve sömürüsüne bir başkaldırı niteliğindedir düşünceleri ve söylemleri. Bu açıdan daha insanidir liberallerden. 

Fakat Karl Marx'ın iktisadi düşünce tarihindeki rolü de tartışılmalıdır. Bir defa, Engels'le beraber yaptıkları çalışmalar, bir tepki unsurudur. Ayrıca, söyledikleri sistemi optimize etmek amaçlıdır. Yani, her ne kadar bir başkaldırı ve reaksiyon içerse de, yeniden bir ekonomik sistem önermekte ve bunu "insanın etkin unsur" olduğunu düşünerek optimize etmeye çalışmaktadır. 

Elbette çok önemli çzöümlemeleri vardır ve bunlar iki satırda eleştirilecek basitlikte değildir. Burada vurgulamak istediğim, Karl Marx'ın da, en nihayetinde bir atılım gerçekleştirme amacında olduğudur. Kurduğu diyalektikle o da en niihayetinde sistematik çalışmıştır. Ama yine de liberalizmin, "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" serbestisinin getirdiği mekanik dünyanın içinde daha insanidir ve bu açıdan çok önemlidir.

iv.) Max Stirner
Max Stirner
Max Stirner ise yakın çağ düşünce tarihinin en önemli filozoflarından biri olmuştur. Çoğu düşünür tarafından, günah keçisi ilan edilse de, aslında tam tersi mütevaziliği ve sağlam iradesiyle, olayları yorumlayış ve kavrayış biçimiyle hepsinden bir adım öndedir.

Şükrü Günbulut hakkında şöyle demiştir; "Hristiyanlıktan önce insan, dinin ve toplumun kölesi değildir. İnsanın özel yaşamı değerlidir. Ama bu dönemde insan, doğanın sultası altındadır. Hıristiyanlıktan sonra ise, doğa kaşısındaki kölelik, bu kez Allah karşısındaki köleliğe dönüşür. Stirner, çağdaşlarının belki, Allah’ın egemenliğini yıktıklarını, ama onu yeni bir kölelikle değiştirdiklerini söyler. Bu yeni kölelik Stirner’e göre devlete, yasaya ve insanliğa boyun eğme biçiminde görülür. Kısaca insan, ardarda, bir kez evrene, bir kez dine, bir kez insana köle olur".

Bireysel anarşizmi doruklarında yaşayan Max Stirner, Nietzsche'den önce hiççiliği ortaya daha sakin bir biçimde ortaya koymuş bir filozoftur. Düşünceleri post yapısalcılığın ve postmodernizmin de en önemli kaynaklarındandır ve nedense değeri günümüzde bile çok iyi anlaşılamamıştır.

Fritz Mauthner, "Stirner, ne bir şeytan ne de bir çılgındı, o, daha çok sakin ve nezihti;  gücü ve sözü büyüleyici bir insandı; dünyaya sığmayacak ve dolayısıyla açlıktan ölecek kadar biricikti; o, politik bir önder değildi, sadece iç dünyasında bir asiydi, çünkü onu insanlarla birleştirecek ortak bir dil bile yoktu", demiştir.

Stirner'i diğerlerinden ayıran en önemli noktalardan biri insan düşüncesinin kurduğu sistematiğe tamamen aykırı gelen düşünceleri ve sivri dilidir. Stirner felsefesi, biricik felsefesidir. Tek'e, yani insanın dünyaya ilk düştüğünde/geldiğinde karşılaştığı hiç'e karşı başkaldırısını ifade eder. Dolayısıyla bir geri dönüş / başlangıca dönüş gibidir bu düşünceler. Marx'ın yaptığı gibi sistemi optimize etmeye çalışmaz; sosyal hayatı geliştireceği düşünülen cümleler kurmaz o.

Stirner, Marx’ın çıkardığı Rheinische Zeitung’da Das unwahre Prinzip unserer Erziehung oder Humanismus und Realismus adlı eğitim ve hümanizm eleştirisini yayımlar ve daha sonra "Biricik ve Kendiliği" eserini yayımlar. Karl Marx, Stirner’in eserinden etkilenmesi sonucu garip bir duruma düşer. Feuerbach’tan ayrılır ve Stirner’e yanaşmaz ama alelacele intikam hırsıyla sözcüğü sözcüğüne yanıtladığı BvM’ne bir Anti-Stirner’lekarşılık verir. Baştan sona kadar polemik içerikli ve bir cambazın sahip olduğu yeteneklerle kaleme alınan bu eser, Marx’ın felsefi bir kriz yaşadığını ve bunun neticesi olarak da Stirner’e olan nefretini sergiler. Neticede Marx, Stirner eleştirisinde, Stirner’i yok etmek için, Sloterdijk’ın deyimiyle, kendi “ölümünü göze almaktadır”. Hatta Engels'in Marx'a yolladığı bir mektupta "inşa ettiklerinin yıkılmasını istemiyorsan uyuyan devi uyandırma" dediği söylenir. Marx’ın Anti-Stirner’i, Stirner’in etkisinde bocalayan Marx’ın felsefi krizinin en berrak kanıtıdır. Benzeri bir krizi daha sonra Nietzsche yaşayacaktır ve hiççilik felsefesinin isim babası olacaktır.

Liberalizmin isim babası olan ve bugün en güçlü rezerv para birimlerinden birinin üstünde "In God We Trust" yani, "Tanrı'ya İnanırız" yazıyorsa bu John Locke'un düşüncelerinden kaynaklanmaktadır. Max Stirner ise, terazinin diğer tarafında mütevazı duruşu ve ağırlığıyla belirmektedir.

Daha fazla bilgi için; http://www.projektmaxstirner.de/proje.htm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder