Pages

30 Temmuz 2014 Çarşamba

İnsanlar Arasındaki İletişim Neyi İfade Eder? 2 - Aldatma

Georges Seurat - La Parade du Cirque
"Niye var olan da, hiçlik değil? Soru(n) bu!"   Martin Heidegger
İnsanlar arasındaki iletişim kimi zaman gerçeğin gizlenmesine (halkın iyiliği için veya başka bir nedenle) veya sezdirilmesine dayanıyorsa doğru olan nedir? İnsanlar arasında iletişim, insanlığın selameti uğruna yalanlar üzerine mi kurulmalıdır? Voltaire, Felsefe Sözlüğü'nün "aldatma" maddesinde buna dair bir diyalog alıntılamış. O da şöyledir:
Fakir Bambabef bir gün, bizim Konfüçyus dediğimiz, Konfutze'nin çömezlerinden birine rastladı, bu çömezin adı da Uang'dı; Bambabef halkın aldatılmaya gereksinme duyduğunu, Uang da hiçbir zaman kimseyi aldatmamak gerektiğini iddia ediyordu; işte tartışmalarının özü.
Banmabef: Bize her şeyi olduğu gibi göstermeyen yüce Varlığı taklit etmek gerekir; güneş dünyadan bir milyon kez daha büyük olduğu halde, bu gökcismini bize iki veya üç ayak çapında gösteriyor; ayla yıldız birbirlerinden ayrı uzaklıklarda oldukları halde, onları bir tek mavi zemin üzerinde gösteriyor. Dört köşe bir kulenin uzaktan bize yuvarlak görünmesini istiyor; ateş ne sıcak ne de soğuk olduğu halde, bize sıcak gelmesini istiyor; kısacası dört yönümüzü yaratılışımıza uygun yanlışlıklarla çeviriyor.

Uang: Sizin yanlışlık dediklerinizin hiçbiri yanlış değil. Bizim küremizden milyonlarca li(bir li=124 adım) uzaklıktaki güneş, bizim gördüğümüz güneş değildir. Biz, gerçekte ağ tabakamıza, belli bir açı içinde düşen güneşi görüyoruz, ancak onu görebiliriz. Gözlerimiz bize büyüklüklerle boyutları tanımak için verilmemiştir; onları tanımak için başka yardımlar, başka işlemler gerekir.
Bambabef bu sözlere pek şaşmış göründü. Pek sabırlı olan Uang ona optik kuramlarını anlattı; kavrayışlı olan Bambabef de, Konfutze'nin çömezinin tanıtladığı şeylerin hepsini kabul etti; sonra tartışmayı şöyle sürdürdü:
Bambabef: Tanrı bizleri, sandığım gibi, duyularımızla aldatmıyorsa bile, itiraf edin ki doktorlar çocukları kendi iyilikleri için, her zaman aldatıyorlar: Örneğin onlara şeker verdiklerini söylüyorlar, oysa gerçekte verdikleri ravent. O halde, ben fakir de, çocuklar kadar bilgisiz olan halkı aldatabilirim.

Uang: Benim iki oğlum var, ikisini de hiç aldatmadım; hastalandıkları zaman onlara: "İşte çok acı bir ilaç", derim. "İçmek için yürek olmalı; ama tatlı olsaydı size zararı dokunurdu". Dadılarının, lalalarının onları cinlerle, perilerle, umacılarla, cadılarla korkutmalarına hiçbir zaman izin vermedim; bu sayede de onları cesaretli, akıllı uslu birer yurt delikanlısı olarak yetiştirdim.

Bambabef: Halk sizin aileniz kadar mutlu doğmamıştır.

Uang: Bütün insanlar birbirlerine benzerler; hepsi de aynı yeteneklerle doğmuştur. İnsanların yaratılışını bozan fakirlerdir.

Bambabef: Biz onlara yanlış şeyler öğretiyoruz; doğru, ama kendi iyilikleri için. Bizim kutsal çivilerimizi satın almazlarsa, bize para vererek günahlarının kefaretini ödemezlerse, dünyaya bir daha gelişlerinde posta beygiri, köpek veya kertenkele olacaklarını söyleyerek onları kandırıyoruz: bu onları korkutuyor, iyi insanlar oluyorlar.

Uang: Bu zavallı insanların ahlakını bozduğunuzu görmüyor musunuz? Onların içinde, sanıldığından çok aklı başında, sizin mucizelerinizle, inançlarınızla alay eden, ne kertenkele, ne de posta beygiri haline gelmeyeceklerini çok iyi bilen kimseler vardır. Sonuç ne oluyor? Kendilerine münasebetsiz bir din telkin ettiğinizi görecek kadar sağduyuları var, ama bizimki gibi saf, boş inanlardan sıyrılmış bir dine yükselmelerine yetecek kadar değil. Tutkularına kapılıp din diye bir şey olmadığına hükmediyorlar, çünkü kendilerine öğretilen tek din gülünçtür; bu yüzden içinde yüzdükleri bütün ahlaksızlıkların günahı boynunuza yükleniyor.

Bambabef: Hiç de değil, biz onlara mükemmel bir ahlak öğretiyoruz.

Uang: Kötüsünü öğretseniz halk sizi taşa tutardı. İnsanlar öyle yaratılmıştır ki, kötü şeyleri yapmak isterler de kendilerine va'zedilmesini istemezler. Yalnız akla uygun bir ahlakı, saçma sapan masallarla çünkü, karıştırmamak gerekir; çünkü, pekala vazgeçebileceğiniz yalan dolanlarla, ister istemez öğretmek zorunda olduğunuz bu ahlakı zayıf düşürüyorsunuz.

Bambabef: Nasıl! Masallarla allayıp pullamadan, gerçek halka öğretilebilir mi sanıyorsunuz?

Uang: Buna bütün gücümle inanıyorum. Terzilerimiz, dokumacılarımız, çiftçilerimiz hangi hamurdan yoğrulmuşsa, bizim okur yazarlarımız da aynı hamurdan yoğrulmuştur. Onlar, yaratan, herkesin ödülünü verdiği gibi öcünü de alan bir Tanrı'ya inanıyorlar. Dinlerini ne saçmasapan sistemlerle, ne de acayip törenlerle kirletiyorlar; hem okur yazarlar arasında suç işleyenler halktan daha az. İşçilerimizi de, ediplerimiz gibi, yetiştirmekten niçin sakınmalı?

Bambabef: Çok aptallık etmiş olursunuz; bu, onların da aynı terbiyeyi almalarını, hukuk bilgini olmalarını istemekle birdir: hem olacak şey değil, hem de uygun olmaz. Efendiler için has, köleler için siyah ekmek gerekir.

Uang: Bütün insanlar hep aynı şeyleri bilmemeli; doğru; ama herkese gerekli olan şeyler de var. Herkesin doğru olması gerekir, bütün insanlara doğruluk aşılamanın en emin yolu da, onlara boş inanları olmayan bir din aşılamaktır.

Bambabef: Güzel bir tasarı, ama uygulanması olanaksız. Sanır mısınız ki cezalandıran, ödül veren Tanrı'ya inanmak insanlara yeter? Halk arasında en ipsiz sapsızların çoğu zaman masallarıma isyan ettikleri oluyor, demiştiniz; onlar sizin gerçeğinize karşı da isyan edeceklerdir. Tanrı'nın cezalandırdığını , ödüllendirdiğini bana kim temin edecek? Ne gibi bir mucize gösterdiniz ki size inanayım? diyecekler, sizinle benden çok alay edeceklerdir.

Uang: İşte yanıldığınız nokta. Siz sanıyorsunuz ki sağduyuyu tiksindiren namussuzca, anlamsız, yararsız, tehlikeli şeyler bir yana atılıyor diye namuslu, gerçeğe yakın, herkese yararlı bir fikrin, her insan aklının yatacağı bir fikrin boyunduruğunu kimse kabul etmek istemeyecektir.

Halk büyüklerine çok kolay inanır: büyükleri ona akla uyan bir inan önerirse, seve seve kabul eder.İnsanın yüreğini okuyan, adaletli bir Tanrı'ya inanmak için hiç de mucizelere gerek yoktur; bu fikir, aleyhine savaşılamayacak kadar doğaldır. Tanrı'nın ne biçimde cezalandıracağını veya ödüllendireceğini söylemeye ne gerek var; adaletine inanılsın yeter. Sizi temin ederim ki hemen hemen bundan başka dogmaları olmayan kentler gördüm, gördüklerimin içinde en çok erdemi olanlar da onlardı.

Bambabef: Dikkat edin; o kentlerde öyle filozoflar bulursunuz ki sizin cezalarınızı da, ödüllerinizi de inkar ederler.

Uang: İtiraf edin ki o filozoflar sizin icatlarınızı daha sertlikle inkar edeceklerdir. Onun için bu yönden bir şey kazanamazsınız. Benim ilkelerimi beğenmeyen filozoflar çıksa bile, bu yüzden iyi insanlar olmamaları; bir korku ile değil, seve seve kabul edilmesi gereken erdeme hizmet etmekten geri kalmaları gerekmez. Kaldı ki, sizi temin ederim, hiçbir filozof, Tanrı'nın kötülere ceza, iyilere de ödül vermediğinden hiçbir zaman emin olmayacaktır: çünkü, bana Tanrı'nın cezalandırdığını kimin söylediğini soracak olurlarsa ben de onlara, Tanrı'nın cezalandırmadığını kimin söylediğini sorarım. Böylece, filozoflar beni çelmek şöyle dursun, emin olun bana yardım edeceklerdir. Filozof olmak ister misiniz?

Bambabef: Memnuniyetle. Ama sakın bunu fakirlere söylemeyin.

26 Temmuz 2014 Cumartesi

İnsanlar Arasındaki İletişim Neyi İfade Eder?

Bruegel - Sermon of St. John

"Herkesin üç kişiliği vardır; Ortaya çıkardığı, sahip olduğu, sahip olduğunu sandığı."
                                                                                   Alphonse Karr

İnsanlar arasında gerçek bir iletişim var mıdır? İletişim mümkün müdür? Yoksa iletişim yalnızca etkileşimin bir parçası mıdır? İletişimin pek çok çeşidi vardır. Ben özellikle konuşarak gerçekleştirilen iletişimin üzerinde durmak istiyorum.

Yaptığımız konuşmanın yalın bir diyalogdan ibaret olduğunu düşünelim. Böyle durumlarda konuştuğumuz konunun, yani mesajın; alıcının bilgi, görgü ve aktarabilme kabiliyetiyle, mesajın aktarıldığı ortamla ve alıcının bilgi, görgü düzeyiyle ilişkili ve bunlardan etkilendiği varsayılır. Ama ben daha temel ve felsefi bir soru sormak istiyorum. Konuşabilmek mümkün müdür?

Her birimiz konuşurken gerçekte düşündüklerimizi gizleriz. Bu çok sonraları, geçmişi yad ederken yaptığımız açıklamalardan da belli olur. Örneğin iş arkadaşlıkları, ast-üst ilişkisinin getirdiği statü farklarından doğan yakınlaşmalarda yapılan konuşmalar, belki de gerçek olana en uzak olarak niteleyebileceğimiz ortamlardır. Konuşmanın her bir tarafı sanki bir takım şeyleri idare etmek ister gibidir. Gülerek bir takım dostane tavsiyeler verirken de, ilgili gibi görünürken de yalancıyızdır. Karşısındaki ise bu reaksiyonlara inanır. Yahut şöyle diyebiliriz, inanır gibi görünürken, idare ettiği durumun farkında değildir.

İnsanlar gerçekten de gerçekte ne düşündüklerini her an her zaman söyleyebilseydi neler olurdu bilemiyorum. Şöyle düşünüyorum; insanlar arasındaki gerçek iletişim çoğu zaman bir sezinlemeden ibarettir. Gerçek olanı ağızlardan çıkan o sözlerde bulmazsın. Mimiklerde veya bakışlarda yakaladığın bir sezidir gerçek. Kelimeler ise bu kavrayışta, ortalarda dönüp duran ve gerçeğin kimi zaman üstüne çökmeye çalışan gölgelerdir.

Yalanları beyaz, pembe, koyu gibi sınıflara ayırmamak lazım. Doğrusu hiçbir zaman gerçekleri konuşmayacağız. Bu bizlerin arasında yaptığı gizli bir sözleşme gibidir. Arada sırada gerçeği tüm çıplaklığıyla ifade etmeye kalkışanlar ise ahmaklıkla, bunaklıkla veya delilikle suçlauyacağız. Bunu yaparken de toplumun bir üyesi olmaktan duyduğumuz kıvancı ve hazzı hissetmeyi unutmayacağız.O yüzden de Amerikalılar'ın dediği gibi; hakikat salonun ortasında duran bir fil gibidir. İşte orada duruyor ama kimse dönüp bakmıyor. Yahu, salonun ortasındaki koca fili kimse fark etmemiş olamaz.