Salvador Dali - Persistence of Memory |
"Çok potansiyelimiz vardı ve parlak bir geleceğimiz,ama yeteneğimizi zekâmıza harcadık. Körü körüne teknolojiyi takip etmemiz sadece kendi kıyametimizi çabuklaştırdı. Bizim dünyamız sona eriyor ama hayat devam etmeli". Tim Burton
"Felsefe inanılanın inanılmaya değer olup olmadığını araştırmaktır". Peter Abelardİnsanlık tarihinin en önemli buluşu şüphesiz "yazı"dır. Yazının bulunmasından öncesine dair yaşam biçimine dair bildiklerimiz ya oldukça sınırlıdır ya da bugün kulağa olağanüstü gelen masallardan, ozanların dilden dile dolaşan destanlarından ve arkeololojik çalışmalardan ibarettir. Bu sınırlı veri ve bilgilerle çok uzun bir zaman dilimini resmetmeye çalışıyoruz.
6000 yıllık yazı tarihiyle, insan duyularla algılanan ve aklının filtresinden geçen dünya önce taşlara daha sonra kağıtlara aktarıldı. Kağıdın icadı da bu açıdan önemlidir. Çünkü taşın üzerinde, düşük standartlarla kaydedilmiş yazı ve resimler, zamana yenik düşme tehlikesi altındaydı. Taşınabilirliği oldukça azdı ve olabildiğince yöresel kalıyordu.
Ama kağıdın icadıyla, yazının mobilizasyonunda çığır açıldı ve insan hayatına dair, yine insanın kendisi tarafından yapılan çıkarsamalar, elden ele, kıtalardan kıtalara dolaşmaya başladı ve bu hareketlilik hem ortak bir akıl dilinin oluşmasına hem de insan geçmişinin daha aydınlık olmasına yaradı. Çok fazla insanın gözlem gücüyle yazı dünyasına katılması, masallardan ve destanlardan uzaklaşıp, bir çeşit gerçekçiliğe yakınlaşmamıza neden oldu. Geçmiş birikerek bir çığ halini aldı.
Veri ve bilgilerin kaydedilip aktarılması teknolojisini sırasıyla anlatmaya gerek yok. Açık olan şu ki, bugün geldiğimiz noktada yazıyla birlikte görüntü ve ses aktarım teknolojisinin de hayli gelişmiş olması, bizi geçmişe karşı daha sorumlu kılıyor.
17. ve 18. yüzyılda bile (yakın geçmiş olarak nitelendirebiliriz) basılan kitap sayısı son derece sınırlı iken, bugün hemen her konuda, her gün sayısız kitap çıkıyor, makale yazılıyor. Dünyada yaşayan nüfusun o dönemlerden bugüne 10 kat arttığını söylesek bile, bu kayıt altına aldığımız veri ve bilgilerin yanında neredeyse bir hiç kalır. Bir insan, hayatı boyunca bu kadar bilginin arasında nasıl dolaşmalıdır? İşte cevabını merak ettiği asıl soru bu.
Geçmiş öylesine büyüdü, öylesine büyüdü ki, bir insanın varoluşunu anlama ve hayatı kavrama noktasında ayağına vurduğu bir pranga gibi oldu. En doğru ve geçerli bilgiyi nereden alması gerektiğini bilemez hale geldi. Kütüphaneler hınca hınç dolu. Peki, bu kadar doküman, görsel ve işitsel materyal (müzik, film) ne işe yarıyor? Her insana hitap edemeyeceği aşikar olan bu kayıtlı verilerden hangilerini seçmeli insan? Şurası muhakkak ki, artık bilginin genele hitap etme çabası da kalmadı. Artık kayıtlar belirli zümreleri hedef alıyor ve arz edilen bilgi ve veri, talep edileni çoktan geçti ve geçerliliği de daha az bir zaman dilimini hedefliyor.
Yazılı, görsel ve işitsel materyallerin etki süresi ve geçerli ömrü de giderek kısalacak. Parsel parsel paylaşılan ve her santimetrekaresi satılıp, kayıt altına alınan kaynakları kıt dünyamızda yaşamımız sınırlanacak. Devletin kendi özgürlüğünü korumak için koyduğu ve her an düzenleyip çerçevesini genişlettiği hukuk kuralları bizim özgürlüğümüze yeni ve aşılmaz sınırlar olacak. Her an kameralarla ve ses kayıt cihazlarıyla kaydedilebilen yaşamımızda, davranışlarımız, geçmişimiz her an sonuç doğurmaya gebe olacak.
Bu kadar kayıtlı bilginin arasında insan ne yapmalı şaşırıyor. Nasıl yaşamalı ve bunu nereden öğrenmeli? Bugünün bilgisini öğrenirken, geleceği yakalamamıza yardımcı olacak geniş bilgiyi, daha doğrusu felsefeyi ıskalarız gibi geliyor.