Pages

20 Haziran 2012 Çarşamba

Sınırları Aşan Geçmiş

Salvador Dali - Persistence of Memory
"Çok potansiyelimiz vardı ve parlak bir geleceğimiz,ama yeteneğimizi zekâmıza harcadık. Körü körüne teknolojiyi takip etmemiz sadece kendi kıyametimizi çabuklaştırdı. Bizim dünyamız sona eriyor ama hayat devam etmeli".      Tim Burton
"Felsefe inanılanın inanılmaya değer olup olmadığını araştırmaktır".     Peter Abelard
İnsanlık tarihinin en önemli buluşu şüphesiz "yazı"dır. Yazının bulunmasından öncesine dair yaşam biçimine dair bildiklerimiz ya oldukça sınırlıdır ya da bugün kulağa olağanüstü gelen masallardan, ozanların dilden dile dolaşan destanlarından ve arkeololojik çalışmalardan ibarettir. Bu sınırlı veri ve bilgilerle çok uzun bir zaman dilimini resmetmeye çalışıyoruz.

6000 yıllık yazı tarihiyle, insan duyularla algılanan ve aklının filtresinden geçen dünya önce taşlara daha sonra kağıtlara aktarıldı. Kağıdın icadı da bu açıdan önemlidir. Çünkü taşın üzerinde, düşük standartlarla kaydedilmiş yazı ve resimler, zamana yenik düşme tehlikesi altındaydı. Taşınabilirliği oldukça azdı ve olabildiğince yöresel kalıyordu. 


Ama kağıdın icadıyla, yazının mobilizasyonunda çığır açıldı ve insan hayatına dair, yine insanın kendisi tarafından yapılan çıkarsamalar, elden ele, kıtalardan kıtalara dolaşmaya başladı ve bu hareketlilik hem ortak bir akıl dilinin oluşmasına hem de insan geçmişinin daha aydınlık olmasına yaradı. Çok fazla insanın gözlem gücüyle yazı dünyasına katılması, masallardan ve destanlardan uzaklaşıp, bir çeşit gerçekçiliğe yakınlaşmamıza neden oldu. Geçmiş birikerek bir çığ halini aldı.


Veri ve bilgilerin kaydedilip aktarılması teknolojisini sırasıyla anlatmaya gerek yok. Açık olan şu ki, bugün geldiğimiz noktada yazıyla birlikte görüntü ve ses aktarım teknolojisinin de hayli gelişmiş olması, bizi geçmişe karşı daha sorumlu kılıyor.


17. ve 18. yüzyılda bile (yakın geçmiş olarak nitelendirebiliriz) basılan kitap sayısı son derece sınırlı iken, bugün hemen her konuda, her gün sayısız kitap çıkıyor, makale yazılıyor. Dünyada yaşayan nüfusun o dönemlerden bugüne 10 kat arttığını söylesek bile, bu kayıt altına aldığımız veri ve bilgilerin yanında neredeyse bir hiç kalır. Bir insan, hayatı boyunca bu kadar bilginin arasında nasıl dolaşmalıdır? İşte cevabını merak ettiği asıl soru bu.


Geçmiş öylesine büyüdü, öylesine büyüdü ki, bir insanın varoluşunu anlama ve hayatı kavrama noktasında ayağına vurduğu bir pranga gibi oldu. En doğru ve geçerli bilgiyi nereden alması gerektiğini bilemez hale geldi. Kütüphaneler hınca hınç dolu. Peki, bu kadar doküman, görsel ve işitsel materyal (müzik, film) ne işe yarıyor? Her insana hitap edemeyeceği aşikar olan bu kayıtlı verilerden hangilerini seçmeli insan? Şurası muhakkak ki, artık bilginin genele hitap etme çabası da kalmadı. Artık kayıtlar belirli zümreleri hedef alıyor ve arz edilen bilgi ve veri, talep edileni çoktan geçti ve geçerliliği de daha az bir zaman dilimini hedefliyor. 


Yazılı, görsel ve işitsel materyallerin etki süresi ve geçerli ömrü de giderek kısalacak. Parsel parsel paylaşılan ve her santimetrekaresi satılıp, kayıt altına alınan kaynakları kıt dünyamızda yaşamımız sınırlanacak. Devletin kendi özgürlüğünü korumak için koyduğu ve  her an düzenleyip çerçevesini genişlettiği hukuk kuralları bizim özgürlüğümüze yeni ve aşılmaz sınırlar olacak. Her an kameralarla ve ses kayıt cihazlarıyla kaydedilebilen yaşamımızda, davranışlarımız, geçmişimiz her an sonuç doğurmaya gebe olacak.


Bu kadar kayıtlı bilginin arasında insan ne yapmalı şaşırıyor. Nasıl yaşamalı ve bunu nereden öğrenmeli? Bugünün bilgisini öğrenirken, geleceği yakalamamıza yardımcı olacak geniş bilgiyi, daha doğrusu felsefeyi ıskalarız gibi geliyor.

7 Haziran 2012 Perşembe

Gösteri Toplumu

Pierre Auguste Renoir - Le Dejeuner des Canotiers (1881)
"Dünyanın en tehlikeli hali, cehaletin örgütlü eyleme geçme halidir".
                                                                                                    Goethe
Guy Debord'un aynı isimli kitabı ve filmine ithafen;
"Modern üretim koşullarının egemen olduğu toplumlarda yaşam, uçsuz bucaksız bir gösteriler yığını olarak sunulur. Doğrudan yaşanmış olan her şey, gerileyerek bir temsile dönüşmüş durumdadır. Yaşamın her açısından ayrılan görüntüler, yaşamın bütünlüğünün artık geri getirilemediği ortak bir akımın içinde kaybolup gider. Gerçeğin parçalanmış görünümleri, kendilerini sadece izlenebilecek müstakil, bir sahte dünya olarak yeni bir bütünlük içinde yeniden gruplar".
Yaşamın temsili ise bir oyundur, piyestir. Monty Pyhton üyesi John Cleese, yaratıcılık seminerlerinden birinde bu ifadeyi kullanır. Oyun veya piyes gerçek hayatın, basite indirgenmiş, tek yönlü bir yansıması gibidir. Fakat gösteri toplumunda, oyun, temsil ettiği şeyin önüne geçmektedir. Tüketim toplumu, hayatının parçalanmış karelerini paketleyip sunuma gayretine girişir.
"Gösteri kendini asla sorgulanamayacak olan geniş ve ulaşılamaz bir gerçeklik olarak sunar. Tek mesajı şudur: “Görünen şey iyidir; iyi olan görünür.” Talep ettiği bu edilgen kabulleniş, görünümler üzerindeki tekeli, herhangi bir cevaba fırsat vermeden ortaya çıkışı vasıtasıyla etkili bir biçimde dayatılmış durumdadır. Gösteri, insanları boyunduruğu altına alabilme yetisine sahiptir. Çünkü ekonomi, onlara zaten tamamen boyun eğdirmiştir. Gösteri, ekonominin bizzat kendisi için gelişmesidir".
Çağımıza, tüketim toplumuna bir bakın. Gösteriyle gelen imaj dünyasına bir göz gezdirin. Sadece son yüzyılda   bile toplumun kılık kıyafetinden, düşünme biçimine kadar ne kadar da hızlı bir dönüşüm geçirdiğini düşünün. Bir bütün olarak fikir dünyamızın, düşlerimizin parçalanarak nasıl da yüzeyselleştiğini kavramaya gayret edin. Her anlamda yüzeyselleşmenin bir sonucu olan "paçozlaşma"yı kavramaya çalışın.

Alev Alatlı'nın kullandığı bir kavram olan paçozlaşma, düş ve fikir dünyasında giderek yüzeyselleşen bir toplumu ifade etmektedir. Amerika'da yüksek eğitim kurumlarının, bilim ve fikir cemaatlerini koruduğunu da ekler. Ama bizim gibi az gelişmiş toplulukların, böyle zümreleri de kalmamıştır. Yüzeyselleşme toplumun her tabakasına sirayet etmiştir.
"Gösteri, zincirlenmiş bir modern toplumunun kabusudur ve sonuçta uyku isteği dışında bir şey ifade etmez. Gösteri, o uykunun bekçisidir. Modern toplumdaki pratik iktidarın kendisini toplumdan ayırması ve gösteri içinde bağımsız bir ülke kurmuş olması yalnızca, o iktidar pratiğinin uyum eksikligi çekmeye devam etmesi ve kendisiyle çelişki içinde bulunmaya, devam etmesi ile açıklanabilir. Gösterinin kökeni, tüm sosyal özelleşmelerin en eskisi olan iktidarın özelleşmesidir".
Bireyin yalnız başına kaldığı zaman, kendini oluşturmak için ne yapması gerektiği sorununa çözüm getirmeye çalışan Oğuz Atay, "insan dış dünyanın uyutucu durgunluğuna kapılmamalıdır" diye öğütler. Bu elbette gösteri toplumunun uyuşukluğunun ve durgunluğunun bir tespitidir. Varoluşunu hafife alan kitleler, gücü elinde bulunduran iktidarın gösterileriyle uyuşur
"İnsanlar, ürettikleri şeyden ayrı olmalarına rağmen yine de dünyalarındaki her bir detayı sürekli artan güçle üretmektedir. Bu nedenle de o dünyayla aralarında gitgide artan bir bölünmüşlük bulurlar. Yaşamları kendi eserleri olmaya ne kadar yaklaşırsa, o yaşamdan o kadar yoksun kalırlar. Gösteri, birikim aşamasında olan öyle bir sermayedir ki görüntülere dönüşür".
İnsan yaşamı gitgide bir imaj haline gelir böylece. Her görüntü sermayesi birikerek bir yığın halini alır ve gösteri bireyin amacı oluverir.
"Gösteri, sürekli bir afyon savaşıdır; malları metalar ile, kendi yasalarına göre giderek büyüyen ayakta kalma mücadelesini tatmin ile özdeşleştirmeyi insanlara kabul ettirmeyi hedefler. Fakat eğer tüketilebilir ayakta kalma mücadelesi sürekli büyüyen bir şey ise bunun nedeni ayakta kalmanın mahrumiyeti daima kapsıyor olmasıdır. Eğer giderek büyüyen ayakta kalma mücadelesinin ötesinde hiçbir şey yoksa, eğer bu büyümenin durabileceği hiçbir nokta yoksa, bunun nedeni bu büyümenin mahrumiyetin ötesinde olması değil, tam tersine zenginleşmiş mahrumiyet olmasıdır".
Tüketim toplumunun ulaşacağı bir nokta yoktur. Rekabetin çetin olması veya dönüşümün hızıyla hedeflenen bir amaç da yoktur. Tüketim toplumunun amacı gibi görünen dönüşüm, gösteri hüviyetini alarak, topluma geri yansır. Toplum, ekonomik açıdan ürettiği şeyden bağımsız olması gerekirken ve üretim aşamasında hali hazırda o şeyden uzak iken, daha sonra ona tam bağımlı hale gelir.
"Gösteri, mevcut düzenin kendisi hakkında verdiği kesintisiz söylev, onun övgü dolu monoloğudur. Yaşam koşullarının totaliter yönetimi döneminde iktidarın kendi portresidir. Gösteri ilişkilerindeki fetişist katıksız nesnellik görünüşü, bu ilişkinin insanlar ve sınıflar arasındaki ilişki olma özelliğini gizler: Sanki ikinci bir doğa kaçınılmaz yasalarıyla çevremize hükmediyormuş gibidir. Ama gösteri, doğal bir gelişme olarak düşünülen teknik gelişmenin zorunlu bir ürünü değildir. Tam tersine, gösteri toplumu kendi teknik içeriğini seçen biçimdir. En ezici yüzeysel tezahürleri olan kitle iletişim araçlarının sınırlı görünümü altında ele alınan gösteri, basit bir aletler toplamı olarak toplumu istila ediyormuş gibi görünse bile bu aletler aslında hiç de yansız değildir, aksine gösterinin bütüncül öz devinimine elverişli olan araçlardır. Eğer böyle tekniklerin geliştiği çağın toplumsal ihtiyaçları sadece bu teknikler dolayısıyla tatmin edilebiliyorsa, eğer bu toplumun yönetimi ve insanlar arasındaki bütün bağlantılar artık sadece bu anlık iletişim gücünün aracılığıyla uygulanabiliyorsa bunun nedeni bu iletişimin temelde tek yanlı olmasıdır; bu iletişimin yoğunlaşması, belirlenmiş bu yönetimin sürmesini sağlayan araçların var olan sistemin yönetiminin elinde toplanmasına denk düşer. Gösterinin genelleşmiş bölünmesi modern devletten, yani toplumsal iş bölümünün ürünü ve sınıf tahakkümünün organı olan toplumdaki genel bölünme biçiminden ayrı değildir".
Gösteri yalnızca ve yalnızca düzene hizmet eder. Tek gayreti de düzenin devamlılığını sağlamaktır. Toplumu oluşturan her bireyin, iktidarın gösterisiyle uyuşması istenir. Birey ekonomik toplumun ona sunduklarıyla düşünmelidir ve yaşamını idame ettirmelidir. Bireyin ütopyalar üretmesi istenmez. Öyle olsa bile, bu yalnızca gösteriyi, iktidarın gösterisini yüceltmek veya korumak amaçlı olmalıdır. Sanat da özgür olmamalıdır buna göre. Hatta bir yerde Guy Debord şöyle der; "Sanatın büyüklüğü yaşamın alacakaranlığında ortaya çıkar ve sanatın yüceliği sadece yaşamın sonunda ortaya çıkmaya başlar".

Ayrıca "Gösteri Toplumu" kitabını ingilizce okumak için;
http://www.marxists.org/reference/archive/debord/society.htm

Türkçe alt yazılı filmi izlemek için de;
http://www.youtube.com/watch?v=IaHMgToJIjA