Clovis - Paul Gaugin |
"Çağımızın tasviri nesneye, kopyayı aslına, temsili gerçekliğe, dış görünüşü öze tercih ettiğinden kuşku yoktur. Çağımız için kutsal olan tek şey yanılsama, kutsal olmayan tek şey ise hakikattir. Dahası, hakikat azaldıkça ve yanılsama çoğaldıkça çağımızın gözünde kutsal olanın değeri artar. Öyle ki, bu çağ açısından yanılsamanın had safhası, kutsal olanın da had safhasıdır."
Ludwig Feuerbach
Third Person Effect (Üçüncü kişi etkisi) diye bir kavram vardır medya dünyasında kullanılan. Buna göre, medyanın ortalama insan üzerindeki etkisini, konuyla alakalı olmayanlar, konunun can alıcı noktalarını bir değer olarak benimsememiş olanlar tarafından küçümsenir ve/veya göz ardı edilir. Yani en aptalca bir düşünce bile birilerini harekete geçirebilir.
İçine doğduğu toplumun değerlerinden başka bir şey düşünemeyen avam insan ne kadar delidir öyleyse?! Deliliğin sınırları sandığımızın da ötesinde. Örneğin Tahsin Yücel'in "Salaklık Üzerine Deneme" kitabından, bizim bildiğimiz dahi düşünürler adına; Gustave Flaubert'in "Bilirbilmezler" kitabından aldığı alıntıyı aktaralım:
"Bouvard ve Pecuchet, genel olarak salaklığın somut imgeleri diye bilinen iki kafadar,.. Jean-Jacques Rousseau'nun Toplumsal Sözleşme'sini açarla: büyük düşünür yurttaşların yalnızca politikayla ilgilenmelerini istemekte, ancak, meslekler de gerekli olduğundan, kölecilik düzenini önrmekte, bu arada, bilimlerin insan türünü yıktığını, tiyatronun yoldan çıkardığını kesinlemekte, devletin ölüm tehdidiyle de olsa halka belirli bir dini benimsetmesi gerektiğini savunmaktadır. "Nasıl! demokrasinin babası bu muymuş" der bizimkiler. Yeni bir umutla sosyalist öğretiyi incelemeye girişirler. Görürler ki Fuorier yeni düzende her kadının, eğer isterse, üç ayrı erkeği, yani bir kocası, bir sevgilisi, bir de döllendiricisi olabileceğini, bekar erkeklerin de cinsel gereksinimlerini gönüllerinin de istediği gibi oyuncu kızlarla karşılayabileceklerini söyleyerek herkesin ağzına birer parmak bal vermekte, Cabet, daha nice tuhaflıklar arasında, Cumhuriyet'ten izin almadan kitap yayınlamayı yasaklamakta, Saint-Simon gazetecilerin tüm çalışmalarını bir sanayici kuruluna sunma zorunluluğunu getirmekte, Pierre Leroux yurttaşların söylevcileri dinlemelerinin yasayla zorunlu kılınmasını öngörmekte, August Comte da yeni düzenin rahiplerini gençleri eğitmek, tüm düşün işlerine yön vermek ve iktidarı doğumları dğzene sokmaya çağırmakla görevlendirmektedir. Bouvard dayanamaz artık, "Bu senin sosyalistlerin hep zorbalık istiyorlar, diye haykırır..."
Sosyalistlere yapılan eleştiriler bununla kalmaz. Liberallerin prensesi Ayn Rand'ın kitabında Sinan Çetin'in şöyle bir önsözü de vardır: "Dünya bizleri kurtarma ve bize iyilik etme aşkıyla dolu insanlar tarafından hep kana bulandı. Tarihteki bütün savaşları yürekleri iyilikle dolup taşan, kendini bir dava uğruna feda ettiğini düşünen kurtarıcılar çıkardı. Hitler, Almanları; Stalin, işçileri, Mao, köylüleri kurtarmak için dünyayı kana buladı. Milyonlarca insan, kurtarıcıların şefkat dolu ellerinde can verdi. Onlar hep biz dediler, hiçbir zaman ben deyip kendilerini düşünmediler.
Ama bilim, zenginlik, hayatı kolaylaştıran, yaşanır kılan her türlü buluş ve bilgi kendi çıkarları için çalışan, işini iyi yapan bencillerin eseriydi. Onlar hiçbir zaman biz olmadılar, sadece işlerini iyi yapmaya çalıştılar ve bizlere rağmen başardılar.
Promete ateşi hediye ettiği insanlar tarafından yakıldı. Edison ampulü icat ederken, karısı tarafından toplum ve ailesi ile ilgilenmeyen, anti-sosyal bir kişi olmakla suçlandı. Galileo 'dünya dönüyor' dediği için bizciler tarafından işkencelere uğradı. Bireysel akıl, kalabalıkların onaylamadığı bu büyük güç, her çağda saldırıya uğradı. Kalabalıklar, yaratıcı bireye saldırırken ellerindeki silahı hep iyilik, fedakarlık, hayırseverlik kurşunları ile doldurdular. Ve hep yaratılan değerleri bölüşmek ve paylaşmak istediler. Mesela televizyon seyrettiler, fakat televizyonu icat eden adamın adını hiç öğrenmediler. Otomobile bindiler ama Ford'un servetinden şikayet ettiler. İnterneti kullandılar ama Bill Gates'i çok para kazanmakla suçladılar. Tükettiğimiz her türlü zenginliği, paranın bir oyunu olarak ele almayı tercih ettiler. Sistem, kapitalizm, tüketim toplumu gibi adlar takıp eleştirdiler."
Ama eleştiriler burada kalmadı; kapitalist düşüncenin temellerini atan Friedrich von Hayek'i, Tyranny of Experts (Uzmanların Tiranlığı) kitabında, kapitalist kuralların nasıl yozlaştığını ve gücün denetlenemez bir seviyeye, bir zorbalığa nasıl bir dönüşüm geçirdiğini nokta nokta açıklıyor.
Başa dönelim. Dünya inanılmaz bir yer. İnsanlar deliliğin pençesinde olduklarını göremiyorlar. Ramanucan 32 yaşında ölmüş bir matematik dehasıdır. Ama inancı, suyun üzerinden seyahat etmesini kesinlikle yasakladığı için, uzun zaman kompleks matematik çalışmalarına devam edebilmek için, inançsız biri olan Godfrey H. Hardy'nin yanına gidememiştir. Ama durun bakalım aptallık burada mı bitiyor; Godfrey H. Hardy Tanrı'nın kendisine düüşman olduğuna inanan biri. Bu yüzden gemi yolculuklarına çıkmadan evvel, Fermat'nın son teoremini çözdüğünü yazdığı bir notu arkadaşlarının birine bırakırmış mutlaka. Çünkü gemi yolculuğunda başına bir şey gelirse, herkes onun bu zor problemi çözdüğünü zannedecek ve en önemlisi de Tanrı, Hardy'nin bu problemi çözen insan olarak tarihe geçmesini istemeyeceği için onun bu gemi yolculuğundan sağ salim kurtulmasına imkan verecektir, Hardy'e göre.
Bugün bir insanın dünyada sahip olabileceği en zor şey saf bir akıl yürütebilme yetisidir. Nasıl olmasın, Dostoyevski şöyle diyorken hem de: "Her şey insanın içinde yaşadığı ortama, şartlara bağlıdır. Her şeyi belirleyen çevredir, İnsansa bir hiçtir." Öyleyse bir insan nasıl kurtulur aptallığın, deliliğin zindanından?! Bilginin istem olarak doğabilmesi ve özgür kişi olarak kendini her gün yenilemesi için ölmesi gerekiyor, diyen Stirner şunları da söylüyor:
“Sen kaçıksın be insan! Kafasında büyük şeyler ve tanrılar dünyası kuran ve kurduklarına da inanan sen, hayaletler ülkesi kurup kendini onlara karşı vazifelendiriyorsun, Oysa o, sana el sallayan bir idealdir. Senin saplantın var! Şaka yaptığımı ya da mecazlı konuştuğumu sanma, yüksekliklere tutunanları, insanların büyük çoğunluğunu, neredeyse dünyadaki tüm insanları gerçek deliler olarak görüyorum, tımarhanelik deliler. ‘Saplantı’ diye neye derler? İnsanları egemenliğine almış bir düşünceye. (…) Örneğin, pek çok gazetemizde işlenen töre, yasa, Hıristiyanlık ve benzeri aptal ve boş laflar, saplantı ve kaçıkların zevzekliği değil mi? Ve içinde gezindikleri tımarhanenin çok büyük olmasındandır ki, özgürce dolaştıkları sanılmaktadır. Böyle bir kaçığın saplantısına dokunun da görün. Sizi arkadan vuracak kadar sinsi ve haindir.”