Pages

1 Ekim 2009 Perşembe

Gerçeğin Olamayabileceği Gerçeği


Şöyle bir düşünce aklıma takılıyor arada sırada. "İnsan düşünebildiğini sanan bir hayvandır." Ne yani, olamaz mı?

Bugüne kadar okuduğumuz tüm kitaplarda izlediğimiz tüm filmlerde, hayata dair verdiğimiz tüm kararlar hep bir gerçekten beslenmiştir. İnsan tüm kaynaklarda hayvanlar, bitkiler vs. tüm diğer canlı aleminden ayrı tutulmuş ve farklı bir konumda gösterilmiştir. Bu kaynaklara göre insan düşünebilen, zekasıyla yepyeni bir "Şey" vücuda getirebilen tek varlıktır.

Ben size tüm bunların dışında insanın sadece düşünebilen ve uygulayabilen veya alet yapabilen bir insan olarak sadece ve sadece zeka ve düşünce sistemine sahip canlılar arasında en kompleks yapıya sahip olmasından başka hiçbir özelliği olmadığını söylesem. Yani ve kısaca, İnsan düşünebildiğini sanan bir hayvandır? şeklinde düşüncemi özetlesem ne derdiniz? Ne kadar ilginç değil mi? Yani insanoğlu yaptığı gökdelenlere piramitlere vs. benzeri ayrıntılı bilgi yetenek ve çalışma gerektiren bir iş yaptığında kendini yuvalarını yüzbinlerce kum tanesiyle yapan karıncalardan tamamen farklı bir noktaya koyar? İnsanoğluna göre onun mühendislik dehası yaptığı aletler maymunların taşla ceviz kırma sistemi ile karşılaştırıldığında kendi düşünce sisteminin katbekat ( bu oran olabildiğince fazla bir rakam olarak düşünülmelidir)gelişmiş olduğunu ve kendisinin bu gezegende efendi olduğunu gösterir niteliktedir. Halbuki insanoğlu evren çapında kompleks düşünce ve zeka sistemi açısından en gelişmiş canlı olmayabilir ve daha da somut olarak eğer böyle olduğunu kabul etsek bile bu bizi diğer canlılardan farklı bir konuma koymaz sadece bir hiyerarşik düzenle açıklama getirilir.

Peki insan zekasının ve düşünce sisteminin durumu nedir? Aslında kendimce uydurduğum açıklamayı şekil olarak da aktarabilmek isterdim. Fakat yalnızca düşünsel olarak hayal etseniz de anlayabileceğinizi düşünüyorum. Şöyle ki, evrensel boyutta bir düzlemde sonsuza yaklaşan sayıda noktalar düşünelim. Bu noktalar düzlemde tamamen terleşmiş durumdadır ve düzlemin ayrılamaz bir parçasıdır. Bu noktalar insanların sahip olabileceği tüm bakış açılarını ifade eder. Gökyüzündeki yıldızlar gibidir ve akla hayale sığmayabilecek gibi de olsa tüm ideleri, tözleri yahut fikirleri kapsar. İnsanın bu düzlemdeki konumu ise dünyanın etrafını çevirdiği varsayılan ekvator gibidir. Düzleme bir ışık kaynağından yansıtılan daireler olarak düşünebilirsiniz ve bu daireler pekala kümeler misali kesişim alanlarına sahip olabilir.Bu düzlemde noktalar tam göbekten başlayarak bir ağacın dalları gibi fakat çok sistematik ve düzenli bir şekilde tüm düzlem boyunca yayılmıştır. Yani noktalar kendilerine yakın olan noktalarla daha çok çağrışım içindedir. Bu çağrışım noktalar arası uzaklıkla doğru orantılı bir şekilde azaltılır.

İnsanın bu noktadaki durumunu daha iyi izah edbilmek için kendimce uyarladığım iki uç noktayı seçtim ve insanın karakteri halini bu düzlemde iki uç karakter olarak sınıflandırırsak -ki aslında bu sınıflandırma anlamsız veya tehlikeli olabilir. Fakat yine de anlatmak istediğimi daha anlaşılır kılar.- bir ucu mutlu insanlar ve diğer ucu da tutunamayanlar olarak ifade edelim. Ayrıca hiçbir insanın çapının düzlem kadar olamayacağını belirtmeliyiz. Bunun nedeni insanın beyninde şu ana kadar hiç olağanüstü sinir hücresi yoğunluğunun görülmemiş olması ya da insanın midesinin belirli bir kapasiteye kadar genişleyebilmesi veya insanın belirli bir seviyeye kadar hafıza kuvvetinin olabilmesidir.

Basitçe, geometrik olarak tam çember kapsamda karaktere sahip insan mutlu insandır. ( Tabi ki teorik olarak). Eğer Eğer bu tam çember kutuplarından fazla basıklaşarak yassılamış veya tam tersi uzamış ve başka bir şekle bürünmüşse (neredeyse düz bir çizgi halini almışsa -yatay ya da dikey olarak-) tutunamayanlar etkisini gösterir. Yani kişi kapasitesinin uzağına gitmeye çalışarak mutluluğunu bozacak bilgilerin farkındalığına ulaşmış bununla beraber asla onların hiçbirisine sahip olamayacak olmasının da verdiği hüzün ve ruhsal çöküşle intihara kadar gidebilecek bir süreçte huzursuz ve mutsuz hayatını sürdürecektir. Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ında Selim Işık karakteri böyle bir sendromu maalesef yaşamıştır. Olması gerekenden fazla şeyin bilgisinde olmak, gerçeğin aslında gerçek olamyabileceğini farketmek bu sorunun temel kaynağıdır. Mutlu insanlar çemberinde neden sonuç ilişkisindeki sıkılık insanın her türlü ruhsal buhrandan muhafaza eder.

Örnekle açıklamak gerekirse, tarihin çok eski zamanlarında insanların güneşe taptığını veya yıldırımlara Tanrının Gazabı dediklerini biliyor ve ilkel buluyoruz. Şimdi bu tür şeylere inanan insan sayısı belki çok az, belki hiç yok. Fakat şu var ki, eğer siz o zamanlar bu gerçeğe ilişkin belirsiziliği sezinleseydiniz tutunamayanlar sendromuna yakalanabilir ve huzursuz bir hayat yaşayabilirdiniz. Yani, insanları tanrıya kurban ettiren bir etik ve yaşayış düzeyine getiren tüm bu "gerçek gerçeksizliğidir".

Bugün eğer siz, son model bir arabayla mutlu oluyor, kız arkadaşlarınıza tapıyor ve gözünüz başka bir şey görmüyorsa, cep telefonlarından, gezmekten memnunsanız, kısacası popüler dünya iş ve gereçleri sizi memnun ediyorsa mutlu insanlar çemberinde yaşıyorsunuz ve huzurlusunuz demektir. Fakat kendinize, (Benoit Mandelbrot'nun da yaptığı üzere) İngiltere'nin gerçekte kıyılarının uzunluğu nedir, diye soruyorsanız işte o zaman siz tutunamayanlar etkisinde mutsuz ve huzursuz bir insansınız demektir. Çünkü tepeden bakılarak ölçüldüğünü düşünün İngiltere'nin kıyılılarının. Çok yukardan, mesela uzaydan bakarsanız, ayrıntıları kaçırır ve kıyı şeridini olduğundan daha düz görürsünüz. Uçakla dolaşıp ölçseniz, yine de daha yakınlaşıp mesela yürüyerek ölçmekteki ince ayarı tutturamazsınız ve ölçümlerinizin sonucunun ölçme işlemini detaylandırdıkça arttığını farkedersiniz.

Son safha; insanlar atom-altı parçacıkların farkında, yine de sınırlı görüş ve bakış açımız altında daha derinlere inemyeceğimizin ölçüm veya en küçük madde yapısının ne olduğu konusunda hemfikir olduğumuzu kimse iddia edemez. Teorik olarak atom-altı parçacıklar detayında ölçüm yapılsa ölçüm sonucumuz yine değişmez miydi? Elbette ki değişirdi. O zaman bu bakış açımızla deriz ki, İngiltere'nin kıyılarının uzunluğu teorik olarak sonsuzdur.

Bir başka açıdan Cantor Tozu deneyiyle açıklarsak bir maddeyi sürekli ikiye bölersek bölme işlemi teorik olarak sonsuza kadar devam eder. Bu da maddenin en küçük yapıtaşının bulunmamış olmasının neticesidir.

Şimdi size sormak istiyorum. Gerçek, ne kadar gerçek?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder