Pages

4 Ocak 2013 Cuma

İnsanın Kendini Yönetmesi

Salvador Dali - L'Enigme Du Desir
"Yaşantım beni hayal kırıklığına da uğratsa, sevdiğim kadına olan güvenimi de yitirsem, bu düzenin doğru olduğuna da inanmasam, hattâ aksine bu düzenin, karmakarışık, uğursuz hattâ belki de bir cehennem kaosu olduğu kanısına da varsam, başıma bir insanın başma gelebilecek tüm felâketler de gelse, ben gene de yaşamak isterim. Bu kadehe bir kez dudaklarımı değdirdikten sonra, biliyorum ki, artık ondan ayrılamam, dibindeki son damlaya kadar içerim!"
                                                                            Fyodor Dostoyevski / Karamazov Kardeşler

İnsanın bilinci yanıltıcı olabileceğini daha önceden yazmıştım. Bunun nedenlerinin başında bilincin kıyaslanamaması geliyordu. Ayrıca aklı kıyaslayabileceğimiz akıllar sınırlı olduğu için, en azından, evrenin tamamını keşfedemediğimizi bildiğimizden, en üstün akıl sahibi olduğumuzu söyleyemeyeceğimizi de belirtmiştim. Kaldı ki insan zekası, evrendeki en kompleks bilinci üretse dahi, buradan bir yetkinlik mertebesi çıkarsayamayız. Yani insan aklının piramitte en tepede olması, gerçeğin merkezi olduğunu göstermez. Buna inanmaksa düpedüz egoizmdir. Yani insan araştıran ve gözlemleyen bir varlıktır elbette. Çok geniş bir kütüphane olarak nitelendirebileceğimiz evrende keşifleri de vardır ama bu hiçbir şekilde mutlak bir gerçekliği ifade etmez. İnsanın bildiği şey, yalnızca kendisinedir bu yüzden. Bu durumu daha yalın izah etmek için şöyle bir alıntı yapabiliriz;
“Bir ipin ucuna, yere doğru uzanan bir sarkaç asın, hareketlendirin: Bu sarkacın çizeceği ilk hareket ipin uzunluğunun imkân verdiği kapsamda olacaktır, İkincisi daha az, üçüncüsü daha da az; ta ki sonunda sarkacın hareketi basit bir titreşime iner ve sonunda mutlak bir hareketsizlikte sonlanır. Bu deney üzerine şöyle düşünüyorum: İnsan en geniş hareketin sonucudur, kaplumbağa ancak bir titreşimin sonucudur, ama en kaba anlamıyla madde her ikisinin de nedenidir."
Görüldüğü üzere insan bilincinin de yadsınabileceğini söyleyebiliriz. Bunun dışında "insan" dendiği anda çoğunlukla akla gelen yöneten ve yönlendiren bir varlık olduğu düşüncesidir. Bir çeşit doğayı sahiplenme içgüdüsü vardır. İnsan karar mekanizması olduğunu düşünür. İnsan çocuklukta alınan görgü ve bilginin - ilerleyen yaşlarda azalarak - kendisini etkilediğini düşünse de, yine de, düşünce biçimini ve karakterini tercih ettiğini sanır. 

Bana göre tam da bu noktada yanılır. İnsanın herhangi bir karara varması, herhangi bir seçim yapması mümkün değildir. İnsan, değiştiren ve değişen olarak çok kuvvetli, determinist bir bağla bağlıdır doğaya. Bilincin bir hatası ise, tam da bu noktada, irade sahibi olduğunu düşünmektir. Halbuki insan hiçbir şeye karar vermez. Çünkü bu elinde değildir. İnsanlar ellerinden ve ayaklarından asılı şekilde rüzgarda sallanan bir örümcek ağı gibidir. Hareket vardır, değişim, dönüşüm vardır ama hiçbirisi bireyselliğe indirgenemez. Max Stirner'den alıntılarsak daha berraklaşabilir konu;
"Tepeden tırnağa kadar benim olmayan her işe uğurlar olsun! Sizce benim işim en azından "iyi bir iş" olmalıdır? Nedir iyi iş, kötü iş! İşim demek zaten ben demek'im. Ve ben ne iyiyim, ne de kötü. İyinin de kötünün de benim için hiçbir anlamı yoktur. Tanrı'nın işi, insanlığın işi, gerçeğin işi, iyinin işi, doğrunun işi, özgürlüğün işi ve daha niceleri. Bunların hiçbiri benim işim değildir, benim işim sadece benim olandır ve o genel değil, biriciktir, benim gibi."
O halde "biricik" olanın, yani kendi olanın bilmesi gereken bir şey vardır. O da kendisini yönetebileceği. Ama bu yönetim bilincin dışında bir merkezdir. Bir karar verme mekanizması gibi değil. Orhan Pamuk'un "Saf ve Düşünceli Romancı" denemesinde bahsettiği romanın gizli merkezine yolculuk gibi, bireysel bir şeydir ve paylaşılamaz, aktarılamaz. İnsan doğaya tam bağımlı olduğunu bilir ve karar veremeyeceğini kavrarsa ve doğanın küçük bir parçası olduğunu kabul ederse kendini yönetmesi kolaylaşır. Buradaki kazancı ise sağduyu olacaktır. Bu, varoluşa yapılan yolculukta, tüm ideolojilere eşit mesafede durmayı gerektiren ve görünen hiçbir şeyi içselleştirmemeye yarayacak bir bilinçtir. O halde insan "Biricik" olur. Max Stirner'e göre;
"Her sözcük boş laftır. En büyük boş laf Biricik'tir. Biricik ifade edilemeyendir."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder