Pages

20 Aralık 2014 Cumartesi

Max Stirner Üzerine



"Hazmet kutsal ekmeği ve kurtul."
                                                                                                               Max Stirner

Max Stirner, tartışmasız felsefe dünyasının en ilginç figürlerinden biridir. Felsefesi şeytani olarak nitelendirilen, yaşamı süresince acımasızca eleştirilen bu düşünürün ifade etmek istediklerini, ortaya koyduklarını ve bunların diğer kavramlarla ilişkisini ortaya koymaya çalışacak bir yazı olacak bu. Albert Camus, "Başkaldıran İnsan"da Stirner'i şöyle tanımlıyor.
Daha önce Stirner, Tanrıyı yıktıktan sonra, insanda her türlü Tanrı düşüncesini de yıkmak istemişti. Ama, Nietzsche’nin tersine, yoksayıcılığı hoşnuttu. Stirner çıkmazda güler, Nietzsche duvarlara saldırır. (...) Ona göre, bütün bu putlar aynı dar kafalılıktan, ölümsüz düşüncelere inanmaktan doğmuştur, bu yüzden, ‘savımı hiçbir şey üzerine kurmadım’, diye yazabilmiştir. (...) Stirner’le, başkaldırıya hız veren edimi bütün kesinlemeleri karşı konulmaz bir biçimde bastırıverir. Aktöre bilincini tıkayan tanrısalın bütün yedeklerini de süpürür. “Dış öbür dünya süpürülmüş, ama iç öbür dünya yeni bir gök olmuştur “ der. Devrim bile tiksindirir bu başkaldırmışı, evet, her şeyden önce devrim. (...) Böylece, dünyanın yıkıntıları üzerinde kral-bireyin acı gülüşü başkaldırı anlayışının son utkusunu örneklendirir. Ama, bu son noktada, ölümden ya da dirilişten başka hiçbir şeye olanak kalmamıştır artık. Stirner, onunla birlikte de bütün yoksayıcı başkaldırmışlar, yıkmanın sarhoşluğu içinde, son noktalara koşarlar. Ama çöl görününce, burada ayakta kalabilmeyi öğrenmek gerekir.
Stirner, düşünmeyi de sonuna kadar götürmüş; hiçliğin bittiği yere kadar, o çöle değin düşünme eylemini bırakmamıştır. Max Stirner ne egoist ne anarşist ne de nihilisttir. Felsefesi temelde aydınlanmacılara saldırır. Temel eseri, Biricik ve Mülkiyeti'nin arka kapak yazısı şöyledir:
"Neymiş benim üstlenmem gereken o bir sürü mesele? Öncelikle iyi meseleleri benimsemeliymişim, sonra Tanrı meselesini, insanlık, hakikat, özgürlük, insaniyet, adalet meselelerini; dahası halkımın, hükümdarımın, vatanımın meselelerini, ayrıca tin meselesini ve daha binlerce başka meseleyi... Bir tek Benim kendi meselem hiçbir zaman benim meselem olmamalıymış! "Tüh o egoiste! Yazıklar olsun, yalnızca kendini düşünene!
...Tanrısal şeyler Tanrı'nın meselesidir; insani şeyler ise insanın... Benim meselem ne tanrısaldır ne insani; hakikat, iyilik, adalet, özgürlük vs. de değildir, sadece ve sadece Benim olandır ve genel olmayıp tıpkı benim biricik olduğum gibi o da biriciktir.
Benim için benden daha önemlisi yoktur!"
Eğer Stirner'i ilk defa duyuyorsanız veya Bruno Bauer, Ludwig Feuerbach gibi Sol Hegelciler'den ya da muhterem Nietzsche'den bihaberseniz bu sözler size şok edici gelebilir. Biricik ve Mülkiyeti eseri, söylem açısından tarihin en radikal düşüncelerini içeriyor olabilir. Bu başkaldırı, Nietzsche'den önce vuku bulmuş ve kapsamı itibariyle hiçbir ideale dayandırılmamıştır. Dolayısıyla bu başkaldırı için bir Robespierre devrimi tanımlaması en çok Stirner'i tiksindirirdi. Stirner, uçurumun kıyısına geldiğinde umutsuzlanmadan hiçlik denizine bakabilen biri olarak Nietzsche'den keskin biçimde ayrılmaktadır.

Bu noktadan hareket edersek, Stirner hakkında birtakım gerçekleri önceden belirtmeyi uygun görüyorum. Stirner, felsefesini, daha doğrusunu meselesini hiçliğe bırakmaktadır. Dolayısıyla, Biricik ve Mülkiyeti eserini asırlar önce, ilk kez, özgün dilinden İngilizce'ye çeviren bireyci anarşist Benjamin Tucker'ın, Stirner'i bir kalıba sokma girişimi yersizdir. 

Ouroboros
Stirner, bir dönem evlilik sürdürdüğü, Marie Dähnhardt'ın tiskintiyle belirttiği gibi kurnaz (sly) biri de değildir. Stirner, pek doğru bir tanımlamayla, samimiyetin elçisi olarak ifade edilebilir. Stirner'in felsefedeki başkaldırısı, ego'suna hizmet edebilecek bir girişimden son derece sakınır. Dolayısıyla Stirner'in yıkıcılığı insafsızdır. Adeta kendini bir ouroboros gibi tüketmeyi göze alır.
"Benim Hiç’im gözle görünen, elle tutulan bir Varlıktır. Üstelik kırıcı olan bu Hiç, vakumu dolduracak kadar da yapıcıdır. Dünya benim dünyamdır, gerisi yalan. Hiçbir amacım yok benim, neredeyse bir bitki kadar yalın ve yaşam doluyum. Ancak benim bir mülkiyet düşkünü olduğumu sanmayın -bunu da ısrarla söylüyorum. Her düşkünlük beni tiksindirir. Meselemi Hiç’e bıraktığım için, hiçbir tutku umurumda değil. Ben tutkuların kölesi değil, efendisiyim. Beni var eden benim, çünkü benim nedenim benim. Kimse benden sorumlu değil ve kimseden’de ben sorumlu değilim. Bununla özgür olduğumu söylemiyorum, özgürlük kölelerin bir arzu ve tutkusudur, ben özgürlüğün nesnesi olacak kadar nesneci değilim. Özgürlük benimle birlikte doğdu ama ben başkaları gibi özgür olmaya mahkum değilim. Ben özgürlükten de arındım. Ben Biricik’im."
Stirner'in Aydınlanmacılara karşı duruşunda, toplumsallaşmanın yapay olduğu düşüncesi yatar. "Devlet kendi şiddetine hukuk, bireyinkine ise suç adını verir" derken, bundan sonra da, insanların yönetimi için "Özgürler Kulübü" gibi bir topluluk önerir. Fakat Stirner'in kafasında bu topluluğun da hiçbir hükmü yoktur ve asla olamaz. Çünkü Stirner, çoktan "Hiçbir şey beni aşamaz" demiştir bile. Stirner, idealize edilmiş bir dünyaya inanan, sefil Alman halkının (buradan hareketle tüm toplumların) nesli tükendiği gün, onları gülen son kalıtçısıdır.

Philippe Corcuff, "Bireycilik Sorunu: Stirner, Marx, Durkheim, Proudhon" kitabında şöyle der: "Aydınlanma felsefesinde ve bazı sosyalizmlerde daha önce istikrarlı bir konuma kavuşturulmuş kolektif kerteriz  (dayanak) noktalarının (Cumhuriyetçi ortak iyi ve özgeci (kişinin hayatını bir şeye adaması) etik; toplumsal adalet hedefi ve sınıf savaşı) bulandırılmasına katkıda bulunması bakımından kimi zaman "post-modern" olarak adlandırılır. "Benim için Ben'in üstünde hiçbir şey yok" der Stirner".

Peter Marshall'ın "Anarşizmin Tarihi" adlı eserinde, Stirner'in karamsar bakış açısı, kötü geçen çocukluk ve ilk gençlik dönemleriyle ilişkinlendirilmektedir.
"Stirner'in felsefe tarihindeki yeri, taşıdığı anarşist statüsü kadar tartışmalıdır.Egoistin "her şeye baskın olan, tek başına zevk alma ve oynama amacı"ndaki saf estetik işlevi yerine getirenler dışında bütün önermeleri tahrip ettiği için, anarşist değil, daha çok nihilist olduğu öne sürülmüştür. Camus, Stirner'in Tanrı'ya metafizik isyanını, bireyin mutlak olumlanması ve "çıkışsız durumda gülen" bir tür nihilizm öncüsü olarak gördü. Bazıları da bireyin ontolojik önceliğine duyduğu ilgiyi vurgulayarak, Stirner'i varoluşçu geleneğe yerleştirirler. Herbert Read ona, en varoluşçu filozoflardan biri" diyordu. 
Stirner'in mevcut değerlere ve kurumlara baştan sona saldırdığı kesindir. Kierkegaard gibi, bireyin benzersiz gerçekliğini kutsadı ve onu Hegelci metafiziğin büyük laternasından kurtarmaya çalıştı. Hıristiyan ahlaka yaptığı saldırıda ve tam bireyin özyüceltimi çağrısında, Nietzsche'yi ve estetik varoluşçuluğu andırıyordu. Ancak eserinde nihilist ve varoluşçu öğeler olsa da, bütün ahlaki ve toplumsal değerleri yıkmaya çalışmadığı için Stirner sadece bir nihilist değildi. Kesin konuşmak gerekirse, bir ön varoluşçu da değildir, çünkü daha yüksek ve daha iyi bir birey yetiştirme girişimlerini reddeder. Stirner anarşist geleneğe mensuptur ve bu geleneğin en özgün ve yaratıcı düşünürlerinden biridir. Pek çok kişi onun görüşlerini şok edici ve uygunsuz bulsa da, her liberter onun cesur mantığıyla uyuşmakla yükümlüdür.
Marx ve Engels, Stirner'i yeterince ciddiye almışlar ve Alman İdeolojisi'nin büyük bir bölümünde, "Aziz Max", "Sancho" ve "Eşsiz" dedikleri bu düşünürün insanı çileden çıkaran görüşlerini çürütmeye çalışmışlardır. Aslında Stirner, Marx ile pek çok noktayı, Marx'ın diyalektik yöntemini, soyutlamalarını ve "insani öz"e ilişkin eleştirisini, emek çözümlemesini, statik maddecilik reddiyesini ve toplumsal değişimde insan iradesine yaptığı vurguyu paylaşır. Engels, Marx'ın Stirner'in kitabını okuduktan sonra egoizmi benimsediğini ve geçici de olsa "biz komünistler de aynı şekilde egoizmden geliyoruz" dediğini teslim eder."
Stirner'in felsefesinde, belki de dikkate değer en önemli nokta, toplumsal ve bireysel tansiyonu hiçe saymasıdır. Stirner, yüksekliklere tutunan insanların değerlerini alaşağı ederken, liberallerin düşüncelerini, insanı ululaştırma gayretlerini ve özgeciliği de sindirir ve şöyle der: "Sen kaçıksın be adam! Kafasında büyük şeyler ve tanrılar dünyası kuran ve kurduklarına da inanan sen, hayaletler ülkesi kurup kendini onlara karşı vazifelendiriyorsun, oysa o, sana el sallayan bir idealdir. Senin saplantın var!"

Stirner, kendini ve dolayısıyla bireyi şöyle tanımlar: "Tanrının da insanlığın da işi kendilerine dayanmaktadır, kendileridir. Benim meselem de benim. Tanrı gibi her şey ve hiçim, biriciğim." Dolayısıyla Stirner, insanı varoluşçu bir bakış açısıyla ele aldıktan sonra, onu kıyasıya nesnelleştirmektedir. İnsan, doğru bir benzetme olacaksa eğer, ışığı kıran bir prizma gibidir artık. İnsan davranışlarının, adaletin, suçun ve diğer tüm kavramların ve ulu ideallarin! artık ehemmiyeti kalmamıştır. Stirner, dünyanın sonunda yaşamaktadır. Stirner, hiçbir şey yoktur; olsa da bilinmez; bilinse de başkasına aktarılamaz" diyen Gorgias'a nazire edercesine insanın tüm etik, ilke ve gayelerini ve bunu baskılayan toplumsal baskılamayı boşunalık olarak nitelendirmiştir.

Stirner'i okumak için öncelikle, onun felsefesini duyumsayacak bir ruh haline bürünülmesi gerektiğine inanıyorum. Belki de, Stirner'i çarpıcı yapan neden, kendisiyle barışık olmayan insandır. Biricik ve Mülkiyeti, benliğini kendisine teslim eden okuyucusunu kıskıvrak yakalamayı iyi biliyor. Belki Stirner'in açık sözlülüğünün; "tepeden inme" diye nitelendirilen anlatım tarzının veya "ağzından baklayı çıkaran tek düşünür" olmasının bunda payı büyüktür.
"Her sözcük boş laftır. En büyük boş laf Biricik'tir. Biricik ifade edilemeyendir."
Kaynaklar: 
http://www.projektmaxstirner.de/proje.htm
Albert Camus - Başkaldıran İnsan
M. Hanifi Macit - Max Stirner: Egoist, Anarşist, Nihilist
Philippe Corcuff - Bireycilik Sorunu: Stirner, Marx, Durkheim, Proudhon
Peter Marshall - Anarşizmin Tarihi
Max Stirner - Biricik ve Mülkiyeti

5 yorum:

  1. schopenhauere benzettim alıntıladığınız kadarıyla, henüz okumadım Stirner kitaplarını

    YanıtlaSil
  2. Stirner'in söylemlerine dönemin Alman düşünürleri de dahil pek çok yazarın söylemlerinde rastlanabilir. Ama bu düşünceleri, eninde sonunda bir ego batağına saplanmıştır. Hatta Yusuf Atılgan'ın, Aylak adam kitabında geçen şu satırlar; son 2 cümlesi dışında neredeyse Stirnervari bir deyiştir:

    "Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaydaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kim zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine; sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi , pırıl pırıldı. Herkesin, “- Veli ağanın öküzleri gibi öküz, yoktur, ” demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!"

    Yusuf Atılgan meselesini sevgiye bırakmıştır. Tolstoy da böyle yapmıştı. Ama Stirner, gözünü budaktan esirgemememiştir.

    YanıtlaSil
  3. ego batağı yazınca siz şu satırlara tekrar baktım "ben başkaları gibi özgür olmaya mahkum değilim. Ben özgürlükten de arındım. Ben Biricik’im."

    YanıtlaSil
  4. Stirner gerçekten çok değerli bir düşünür. Ne yazık ki, hakkı da çok yenmiş biri. Bu blogda özgürlük ile ilgili yazdığım yazıların son durağında; Stirner'in zarif özgürlük tanımlaması duruyor. O yüzden güzel oldu :)

    YanıtlaSil
  5. Stirner nasil yasamis acaba, ölümü nasil olmus acaba? Heyecanli biri miydi acaba? Acaba hayvani durtulerini nasil yok etti? Merak ettim cok. Bunlari yazmasi da gulunc bence. Demek ki bi neden duydu yazmak icin. En azindan kendini anlatmak icin. Ama neden?

    YanıtlaSil