Pages

25 Nisan 2015 Cumartesi

Suçun Anatomisi

Paul Cézanne - The Card Players
"Haklı ya da haksız olduğumu yargılayan benim, benden başka bir yargıç yoktur. Başkaları sadece benim hakkımı onaylayıp onaylamadıklarını ve bunun onlarca da haklı olup olmadığını yargılayabilirler."                                                                    
                                                                                                           Max Stirner
Kim suçludur? Bunu henüz canımız yanmamışken aktaralım. Çünkü böyle birisi isek artık bir daha asla "eski benlik" olamayız. Yeni bir adım atmak, yeni bir kelime söylemek, insanların en fazla korktuğudur, demiş Fiyodor Dostoyevski, Suç ve Ceza'sında. Öyleyse varoluşçu bakış açısıyla söyleyelim birkaç yeni şey.

İnsanlar acılar içinde delirmiş bir insan gördüklerinde şöyle derler: Bu yaşadıkları onun elinde değildi ve kaderi, evet kaderi onu bu hale getirdi. Halbuki bugün gördüğünüz bu sefil adam, bu sokaklarda yatıp kalkan, çöpleri karıştıran, küçük çocukların bile hor gördüğü bu adam pek güzel ve mutlu bir hayat sürmekteydi... Sonra bir çok bilimsel çalışma yapar bu insanlar. Bu bilimsel çalışmalarda kullanılan regresyon analizleri, Suç'u ve Suç İşleyen'i birbirine bağlayan birçok parametreler öne sürerler. Bir insanın delirmesi gibidir, suçu işlemesi de. Yani belirli şartlar altında gerçekleşmiştir. Bir insan mesela zengin iken de suç işleyebilir. Bu genel kanının aksinedir belki. Çünkü zenginliğin duygusal yıpranmanın engeli olduğuna inanılır. Ama söyler misiniz; bu tarz koşullar altında suç işleyenler, suça karışanlar için dahi olsa belirli bulgular ve sebepler ortaya konmamakta mıdır?

Eğer suç belirli şartlar içinde işleniyorsa, suçun cezalandırılması neyi ifade etmektedir. Bazıları için ceza, yalnızca kamuyu tatmin etmek için uygulanan bir şeydir. Yani, suçu engellemede hiçbir etkisi yoktur. Belki de vardır; ama ne derecedir?

Yaşanmış olan her şey, geçmişin bir sonucu ise; insanın özgür iradesi nerededir? Özgür irade denilen kavram öyle bir şeydir ki, suçun veya adı her ne ise eylemin gerçekleşmesinden evvel, eylemcinin bunu yapmada veya yapmama noktasında tam muktedir olduğunu varsaymaktadır. Tabii özgür iradenin veya galeyana bile dereceleri vardır. Albert Camus'nun Yabancı romanında, Mersault işlediği suçu anlatırken şunları söyler:

"...Gövdesi ise güneşteydi. Mavi tulum sıcakta sanki tütüyordu. Biraz şaşırmıştım. Bu benim için kapanmış bir sorundu. Buraya düşünmeden gelmiştim.

...Fellah kımıldadı. Her şeye rağmen yine de oldukça uzaktaydı. Yüzüne vuran gölgelerden olacak, gülüyor gibi bir hali vardı. Bekledim. Güneşin ateşi yanaklarıma yayılıyordu. Kaşlarımda ter taneleri biriktiğini hissettim. Güneş tıpkı, anacığımı topraklara verdiğim günkü güneşti. O zamanki gibi alnım neredeyse ağrıdan çatlıyor, derimin altında damarlarım hep birden atıyordu. Artık bu yanmaya dayanamadım. İleriye doğru davrandım. Bunun aptallık olduğunu, bir adım ileri adım atmakla güneşten kurtulamayacağımı biliyordum. Ama bir adım, ileriye doğru yalnız tek bir adım attım, Bu kez de fellah yerinden kalkmadan bıçağını çekti ve..."

Louis-Ferdinand Celine, Gecenin Sonuna Yolculuk romanında şöyle diyor: "“Atlar bayağı şanslı, çünkü her ne kadar onlar da, bizler gibi, savaşın ceremesini çekiyorlarsa da, hiç olmazsa onu desteklemeleri, gereğine inanır gibi yapmaları beklenmiyor onlardan. Bahtsız, ama özgür atlar!. Galeyan denen o kaltak, maalesef! bize mahsus…”

Galeyan; son anın ürpertisi; geçmişin birikimi; özgür irade; rasyonel karar verme kavramları arasında nasıl düşünmek gerekir öyleyse?! Konu öyle bir noktaya işaret etmektedir ki, suç, tanımı değişen, ama ne olursa olsun kitlelerin olmamasını dilediği eylemler bütünüdür. Peki suçsuz bir dünya mümkün müdür? Mutlak adalet sağlanabilir mi?

Max Stirner diyor ki; "Devlet kendi şiddetine hukuk, bireyinkine ise suç adını verir".
Erich Fromm diyor ki; "Parçalayarak yok etme iç güdüsü, yaşanmamış bir hayatın tepkisidir".
Dostoyevski diyor ki; "Her şey insanın içinde yaşadığı ortama, şartlara bağlıdır. Her şeyi belirleyen çevredir, İnsansa bir hiçtir".
Marcel Proust diyor ki: "Zihinsel olarak bile, tabiat yasalarına zannettiğimizden çok daha fazla bağımlıyızdır; dimağımız adeta belirli bir çiçeksiz bitkü türü veya buğdaygillerin bir cinsi gibi, bizim seçtiğimizi zannettiğimiz özelliklere, önceden sahiptir. Ama biz sadece sonradan gelen, istenen anda ortaya koyduğumuz fikirleri anlar, bunları zorunlu olarak doğuran kaynaktaki sebepleri (Yahudi ırkı, Fransız ailesi vs.) görmeyiz. Ve belki de, bizi öldüren hastalık gibi yaşatan fikirleri de, biri bize sağlığımızı ihmal etmemizin, öbürü düşünüp taşınmanın sonucu gibi geldiği halde, tıpkı baklagillerin, tanelerinin biçimini familyalarından almaları gibi, ailemizden alırız".

Denizleri, okyanusları düşünün. Birbirinin üzerine binen dalgaları, dev dalgaları; kimi zaman denizlerde kopan fırtınaları; dalgaların kıyılara vuruşunu düşünün. Denizlerdekine benzer insan ruhundaki gel-gitleri düşünün. Bütün her şey, kıtalar bile nasıl da birbirinin üstüne biniyor. Suç, iyilik gibi eylemler sanki insanın içerisinde yıllarca yeşeriyor.  Bunların kötü tohum veya iyi tohum olarak kendini göstermesi, gün yüzüne çıkması ise, bir galeyan sonucu meydana geliyor. Belki bu galeyan güneşin yakıcı ışınları dahi olabiliyor.

1 yorum: