Pages

9 Ekim 2018 Salı

Düalizm

Caspar David Friedrich - Dreamer
"Görmede, sadece görme vardır. Gören de, görülen de yoktur. Duymada, sadece duyma vardır. Duyan da, duyulan da yoktur."     (Bahiya Sutta, Udana 1.10) 

Dişi - erkek, iyi - kötü, aydınlık - karanlık gibi ayrılan çiftleri anlatan ying-yang felsefesi ya da "ikicilik" aslında her şeyin genelde zıttıyla mümkün olduğunu ifade etmektedir. Jean-Paul Sartre, Varlık ve Hiçlik adlı kitabında şöyle bir giriş yapmaktadır:
Ying-Yang
"Modern düşünce varolanı, onu açığa çıkaran görünmeler [apparition] dizisine indirgeyerek önemli bir ilerleme kaydetti. Bu yoldan, felsefeyi sıkıntıya sokan birtakım düalizmlerin [ikicilik] ortadan kaldırılması ve onların yerine fenomenin monizminin [bircilik] konması hedefleniyordu. Acaba başarıya ulaşıldı mı?
Öncelikle, varolandaki içi ve dışı karşı karşıya getiren o düalizmden kurtulmuş olduğumuz kesindir. Dış dediğimiz şeyi, nesnenin asıl doğasını gözlerden saklayan yüzeysel bir deri gibi değerlendiriyorsak, varolanın dışı artık yoktur. Ve bu asıl doğa da, şeyin sezilebilen ya da varsayılabilen, ama nesnenin “içinde” olduğundan dolayı nesnenin asla ulaşılamayan gizli gerçekliği olacaksa, o doğa da yoktur artık. Varolanı açığa çıkaran görünmeler ne içerinindir ne de dışarının, hepsi de eşdeğerdir, hepsi de başka görünmelere gönderir ve hiçbiri ayrıcalıklı değildir. Örneğin kuvvet, yaptığı etkilerin (hızlanmaların, sapmaların, vb.) ardına gizlenen, bilinmez türden bir metafizik conatus değildir: bu etkilerin bütünüdür."
Bahsetmek istediğim soğuk bir felsefe değil. Çünkü bir romanın kurgusu olması gibi, benzer biçimde, felsefenin de terimlerinin olması onun samimiyetini alıp götürmekte. Düşünsenize bir kere, bir psikolojiyi öğrenmek adına, hangi romanlarda hangi kurgulara katlandık?! Oysa samimi bir düşüncenin; bir karaktere ihtiyacı yoktur. Hakiki bir psikoloji, esriktir ve kurgu bu bilinç dışılığı kabul edemez. Buna da en çok Marcel Proust yaklaşmıştır. Kayıp Zamanın İzinde'de kurgu için karakter yoktur.. Karakterler için bir kurgu bulunmaktadır ve bu hikaye bir şey ifade etmez. Önemli olan madlenin bize hissettirdiği o benzersiz duygulanım. Bir eşyanın ruhu veya sevmek ve kavuşamamak epifenomenalleri.

Düalizm ise toplumda birbirine karşı duran mekanizmaların her birini simgeliyor benim için. Kendini iyiliğin, aydınlığın savunucusu gösteren her kimse, bir karanlığın olduğunu bize kabul ettirmek ister.

Jean-Paul Sartre şöyle devam ediyor: 
"Aynı biçimde, elektrik akımının gizli bir içyüzü yoktur: elektrik akımı, onun tezahürleri olan fiziksel-kimyasal olaylann (elektrolizler, bir karbon çubuğunun akkorlaşması, galvanometrenin ibresinin kımıldaması, vb.) bütününden başka bir şey değildir. Bu olaylardan hiçbiri tek başına onu açıklamaya [révéler] yetmez. Ama kuvvet de arkasında bulunan hiçbir şeyi belirtmez: kendi kendisini ve içinde bulunduğu dizinin tamamını belirtir. Buradan doğallıkla şu çıkar: olmak ve görünmek düalizmi, felsefede yer alma hakkına bir daha sahip olamayacaktır. Görünüş, varolanın tüm varlığını kendine doğru çeken gizli bir gerçeğe değil, görünüşler dizisinin toplamına gönderme yapmaktadır. Diğer yandan görünüş de, bu varlığın tutarsız bir tezahürü değildir. Numenal gerçekliklere inanılabildiği sürece, görünüş, mutlak bir olumsuz olarak sunuldu. Görünüş, “olmayandı” ve görünüşün yanılsamanın ve hatanın varlığından başka bir varlığı yoktu. Hattâ bu varlık bile ödünç alınmıştı, görünüşün kendisi bir aldanıştan ibaretti ve karşılaşılabilecek en büyük güçlük, fenomenal olmayan varlığın bağrında kendiliğinden emilip yok olmaması için, görünüşün içinde yeterli uyum ve varoluşu muhafaza etmekti. Ancak, Nietzsche’nin “art dünyalar yanılsaması” adını verdiği şeyden eğer bir kez kurtulmuşsak ve eğer görünme-arkasındaki varlığa [retre-de-derriere-apparition] artık inanmıyorsak, görünme de, tersine, olumlulukla dolu hale gelir; özü, varlığa artık aykırı düşmeyen, tersine varlığın ölçüsü olan “görünmek’’tir. Çünkü, bir varolanın varlığı, o varolan ne olarak görünüyorsa tam da odur. Örneğin, Husserl ya da Heidegger’in “Fenomenolojisinde rastlanabileceği biçimiyle fenomen fikrine, fenomen ya da mutlak-göreceye [relatif- absolu] böylece ulaşırız. Fenomen, görece kalmaktadır, çünkü “görünmek”, özü gereği, kendisine göründüğü birini varsayar. Ama fenomen, Kant’ın Erscheinung’unun çifte göreceliğine sahip değildir. Omuzunun üstünden, mutlak bir hakiki varlığa işaret etmez. O ne ise mutlaka odur, çünkü o kendini olduğu haliyle belli eder. Fenomen nasılsa öyle incelenip betimlenebilir, çünkü kesinlikle kendi kendinin göstergesidir. "
Kant'ın sözleri bana şu sözleri anımsattı: "Ego sum, Qui Sum." Tevrat'ta geçen [Eski Ahit - Mısır'dan Çıkış (3:13; 3:14)] bu ifade "Ben Ne isem; O'yum" anlamına gelmektedir. Tanrı bunu kendisini tanımlamak için söyler. Max Stirner de şöyle demişti: "Benim soyum benim, Ben normsuz, yasasız ve örneksizim."

Düalizm
"Aynı anda saklı gücün [puissance] ve edimin ikiliği de ortadan kalkacaktır. Her şey edim halindedir. Edimin arkasında ne güç, ne exis, ne de gerekirlik vardır. Örneğin “deha” dendiği zaman - Proust “deha sahibiydi” ya da o bir dâhi “idi” dendiğinde olduğu gibi - bundan kimi yapıtlann üretilmesinde ortaya çıkan ama orada kendini tüketmeyen bir özel gücü anlamayı kabul etmeyeceğiz. Proust’un dehası, ne tek başına ele alınan eserdir, ne de Proust’un bu eseri üretmeye muktedir olmasıdır: Proust’un dehası, bir kişinin kendini ortaya koyma şekillerinin bütünü olarak düşünülen eserdir."
Yaratıcılık hakkında Matematik Dünyası Dergisi'nde (2013-I) yapılan alıntıyı aktarmak istiyorum:
"Yaratıcılık, hayatın olmadığı yerde yeni hayatı 'doğurmak' şeklinde deneyimlenir - çoğu sanatçı, yaratıcı sentez evresi bittikten sonra ani bir coşkunluk, bir 'evreka' anı hisseder. Bu muhteşem duygu, korkutucu da olabilir; bir teşhir olma korkusu, eserin yeterince iyi olmayacağı korkusu meydana gelebilir. Eser ne kadar orijinal ve manidar ise, sanatçı incelenmeye o kadar açıktır. Gerçek bir sanatçı, gerçek iç dünyasını ifade edecek kadar cesur olmalıdır. Aksine, bastırmak bir o kadar zararlıdır, çünkü sanatçıyı meşru ve duygu yüklü fikirlerini ve sezgilerini sansür etmeye itebilir, içgörüsünü engelleyebilir"
Matematik, Gödel'e kadar bir kesinlik arayışı içinde ilerlemişti. Oysa Eksiklik Teoremi ile birlikte artık matematiğin sanatsal ve sezgisel yönünü de görmeye başladık. Bu en baştan beri var olan bir şeydi ve bize dairdi.
"Nihayet, bu şekilde görünüş ve öz arasındaki düalizmi de aynı şekilde dışlayabiliriz. Görünüş özü saklamaz, onu açınlar: görünüş özdür. Bir varolanın özü,- artık o varolanın derinliklerine gömülü bir gerekirlik değil, onun görünmelerinin akışını yöneten apaçık yasadır, dizinin nedenidir. Fiziksel bir gerçekliği (örneğin, elektrik akımı), onun çeşitli tezahürlerinin [manifestation] toplamı olarak tanımlayan Poincare’nin nominalizminin karşısına, Duhem, kavramı o tezahürlerin sentetik birliği haline getiren kendi teorisini çıkartmakta haklıydı. Ve elbette fenomenoloji de hiçbir biçimde bir nominalizm değildir. Ama, kesin olarak diyebiliriz ki, dizinin nedeni olarak öz, görünmelerin arasındaki bağlantıdan başka bir şey değildir, yani kendisi de bir görünmedir. Özlere ilişkin bir görünün (örneğin, Husserl’deki Wesenschau) imkânını açıklayan şey de budur. Böylece fenomenal varlık kendini ifşa eder, varoluşunu ifşa ettiği kadar özünü de ifşa eder ve fenomenal varlık bu kendini ifşa edişlerin, tezahür edişlerin birbirine iyice bağlanmış dizisinden başkaca bir şey değildir."
İnsan nedir? Nesnelerin nesnesi. Biliş yalnızca beyaz gürültü'nün volatilitesine neden olan bir maşadır. İnsan davranışlarının (judgment) ateşine kömür atıp harlamaktadır. Buradan düalizmin, mutlak bir ekleşikliğe ve tekliğe geçişini göstermek istiyorum. Bizler hiçiz, her şeyi yaratan bir hiç. Bu açıdan bakıldığında Max Stirner'in şu sözleri daha bir anlam kazanıyor: "Eğer Tanrı ve insanlık, sizlerin de doğruladığı gibi, bir bütünlük iseler, benim de onlardan eksik bir yanım yok ve "boş" olduğuma dair bir şikayetim de yok. Ben hiçim derken, boş olduğumu söylemiyorum, bizzat yaratıcı bir hiçim, bir yaratıcı olarak her şeyi yaratan bir hiç."

Bir birey olarak her şey sizi oluşturdu ve siz de her an yaratmaktasınız her şeyi. Kendinizi ayrı konumlandırmayın başka şeylerden: bir hamam böceği de, rüzgarda savrulan bir toz zerresi ve çok çok uzak bir galaksideki dev bir yıldız da benzer biçimde yaratım ve yaratılma durumunda birer hiçlik barındırıyorlar kendilerinde. Stirner'den devam edersek;
"Benim Hiç’im gözle görünen, elle tutulan bir Varlıktır. Üstelik kırıcı olan bu Hiç, vakumu dolduracak kadar da yapıcıdır. Dünya benim dünyamdır, gerisi yalan. Hiçbir amacım yok benim, neredeyse bir bitki kadar yalın ve yaşam doluyum. Ancak benim bir mülkiyet düşkünü olduğumu sanmayın -bunu da ısrarla söylüyorum. Her düşkünlük beni tiksindirir. Meselemi Hiç’e bıraktığım için, hiçbir tutku umurumda değil. Ben tutkuların kölesi değil, efendisiyim. Beni var eden benim, çünkü benim nedenim benim. Kimse benden sorumlu değil ve kimseden’de ben sorumlu değilim. Bununla özgür olduğumu söylemiyorum, özgürlük kölelerin bir arzu ve tutkusudur, ben özgürlüğün nesnesi olacak kadar nesneci değilim. Özgürlük benimle birlikte doğdu ama ben başkaları gibi özgür olmaya mahkum değilim. Ben özgürlükten de arındım. Ben Biricik’im."
Acı ve ızdırap çekeriz. Bu sancı varoluşumuzun bize dayattığıdır. Bir kadercilik değilse de bahsettiğim; bir kaçınılmazlıktır. İşte bir yere koyamadığımız bu yaşantılarımızı, boşuna anlam arayışlarıyla da örtememekteyiz. Kemerlerinizi sıkıca bağlayın; hiçbir şey ifade etmeyen inmeli bedenlerimiz, bizim cehennemimiz.

Sartre'ın Proust hakkındaki sözleriyle kapatalım: 
"Ürettiği eserlere indirgendiğinde bile, Proust’un dehası, bu eserlere ilişkin sahip olunabilecek ve Proust’un eserinin “tüketilemezliği” diye adlandırılacak olan muhtemel bakış açılarının sonsuzluğuna eşdeğerdir. Ama bir aşkınlığı ve sonsuza başvuruyu gerektiren bu tüketilemezlik, onu tam nesnede yakaladığımız anda bir “exis” değil midir? Nihayet öz, kendisinin tezahür etmesini sağlayan bireysel görünmeden radikal bir biçimde kopmuştur; çünkü öz, ilke olarak, bireysel tezahürlerin sonsuz bir dizisi aracılığıyla açığa çıkarılabilmek zorunda olandır."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder