Pages

19 Temmuz 2011 Salı

Daima Eksik Kalacak


"Dil, Varlık'ın evidir", Martin Heidegger

Sözler daima eksik kalacak. Kelimeler bizi, istediğimiz noktaya taşımıyor artık. Onlarla oluşturduğumuz ortak dünya yetersiz kalıyor. Belki de, bundan sonra daha sezgisel olacak her şey ya da olmalı. Sözlerin gerçek manada bittiği yerdeyiz. Tükeniyor artık son umutlar. Yani ve dolayısıyla, bizim bu evreni bilip aktaramayacağımız ve bunu istesek bile ancak kusurlu kelimelerle çırpınarak, gelecek nesle bağışlamaya çalışacağımız bir gerçek.

"Sevgi" sevgi'yi ne kadar anlatıyor. Sevgi deyince ne duyumsuyorum ben? Neler canlanıyor hafızamda. Peki ya "nefret" deyince? Kötü anılarım mı depreşiyor yoksa? Peki ya, "hafıza" veya "anı" dediklerinde ne hissediyorum. Neler biliyorum ben bu dünyaya dair? Hemen peşi sıra anılarımı anlatmaya koyuluyorum? Pür dikkat dinliyor bazısı beni, belki bazısı hiç dinlemek istemiyor, bazısının ilgisi bambaşka bir yönde, beriki anlattıklarımı anlamıyor bile...

Neden anlatıyorum peki bütün bunları? Çünkü buradayım, yani burada. Anlatabiliyor muyum? Eğer kafamdakini dökmezsem, kafamda kalmış olur her şey. Eğer sözler ağzımdan çıkmazsa, yalandan da olsa, algı kapılarını istediğim biçimde aralamasa da, yani yanlış anlaşılsam da, kafamdan çıkmış olacaklar artık. Yani bende değiller. İnsanları çağrışımlarımla, sözlerimle uzaklaştırıyorum özbenliklerinden. Onlar da bana bunu yaptılar defalarca. Kafamızın içini hep beraber samanla doldurduk. Ama samanla doldurmasaydık daha iyiydi demek istemiyorum tabii. Samanla doldurduk kafalarımızın içini, çünkü buna layıktılar. Çünkü kafalarımızın içini doldurması gereken bir şeyler var. Kafalarımızın içi boş kalırsa, yani belirli bir dünya kurgusu oluşturup, onun içinde uydurma yalan ve gerçeklerle, olasılıklarla, oyunlarla vakit geçirmezsek ve bu esnada, bu yalan ve gerçeklerin, bunları niteleyen tüm kelimelerin esrik olduğunu düşünmezsek, köşemize çekilmezsek de önemli bir şey yapmış olmalıyız.

Şimdi sakin sakin oturuyorsun yerinde. Vücudun bitkin bir şekilde koltuğa gömülmüşsün. Yüzün yok bu anda. Sadece, ince bir metal çubuğun üstünde beynin var ve beyninin damarlarından, kıvrımlarından akan kan; beyninin etrafında, boynundan yukarıya doğru bir koni oluşturan; ve ters huni biçiminde bulunan metalik şeye damlıyor. Düşündükçe fışkırıyor beynindeki kanlar; hatta ters huninin dışına taşıp, halıya ve zemine damlıyorlar. Huni yetersiz kalıyor beyninin kanını toparlayıp, vücuttaki sirkülasyonunu sağlamaya. Ne yazık!

Beynin kanıyor mütemadiyen ve sen düşünüyorsun. Düşündüğün şey gündelik hayatında, çözümsüz kalmış ufak tefek problemler, sonunu merak ettiğin ilişkiler ve yakınlaşmalardan ibaret ve kelimeler tabii. Düşündükçe beyin kıvrımlarındaki, kan dolaşımını müthiş arttıran, ortalığın kan gölüne dönmesine sebep olan kelimeler...

Son gittiğin tiyatroyu düşünüyorsun şimdi. Sahnedeki oyunu kimi zaman pür dikkat, kimi zaman yarı dalgın, kimi zaman ağırlaşan göz kapaklarının altından seyretmeye koyulduğun tiyatro oyununu ve oyun esnasında yaşanan tuhaf olayı düşünüyorsun.

Oyunun final sahnesi yaklaşırken, tiyatronuu büyük kapısı açılır ve elinde bir bıçakla, siyah bir adam, beyaz bir adamı kovalayarak, sahnenin ortasına çıkarlar ve sonrasında perdenin arkasında kaybolup giderler. Oyun içinde oyun gibi. Romeo ve Juliet bile senin gibi baktı ve dehşet dolu iri gözlerle seyretti bu sahneyi. Ne tuhaf! Kendi ölümünü unuttu Romeo; oyun gerçek oluyordu az kalsın. Yani ölüm vuku buluyordu sahnede az kalsın. Ölümü oynarken, öleni görmek. Bir tarafta, Juliet'in ölü olduğunu sandığın o tiyatro oyunu dakikalarında, yine oyun icabı dehşetle açılan gözlerin ve yine oyun esnasında, bıçakla düşmanını kovalayan zencinin, sahne ortasında ölüme bu kadar yakın bir pencere açması ve akabinde yine Romeo'nun dehşetle açılan gözleri. Romeo, hangisi gerçek dehşet? Canından çok sevdiğin Juliet için açılan göz bebeklerin mi; yoksa hiç tanımadığın bir beyazın yaşadığı ölüm korkusu mu? Dehşet nerede Romeo? "Dehşet" kelimesi nedir; neyi ifade etmektedir?

Tiyatro oyunu sonrası, polis gelir ve yaşanan olayı soruşturmaya koyulur. Siyah ve beyazların oluşturduğu bu audience'de; sırasıyla her vatandaş, Romeo ve Juliet için aynı hüznü taşırken, (yani neredeyse aynı hüzün) yaşanan diğer dehşet sahnesi için farklı yorumlar getirmeye koyulmuşlardır. Romeo ve Juliet'in hikayesini baştan mı alıyoruz yoksa? Ne öğrendik bu tiyatro oyunundan?

Peki ya sen Bay Beyaz Adam, neden, korkunç siyahi adamın, zavallı bir beyaz'ı kovaladığından bahsediyorsun? Ya sen, Bay Siyahi Adam, neden sana göre bir serseri olan beyaz'ın, bıçaklı siyah adam'a yaşatmış olabileceği o dehşetten söz ediyorsun? Kelimelerinle bizi nereye götürmek çabasındasın? Nereye gidiyoruz biz?

Daima eksik kalacak bu yüzden. Daima eksik kalacağını, kelimelerle söylediğiniz vakit dahi, daima eksik kalacaktır. Belki kelimeler ihanet ediyor bize. Belki koltuğuna gömülmüş, uyuyakalmak üzere olan Bay Beyin ya da Bay Tabula Rasa sağlıklı düşünemiyor. Ama kim temizleyecek ortalığı? Ölüm mü?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder