Pages

16 Ağustos 2011 Salı

Sonsuzluğun Kıyıları


Who, if I cried out, would hear me among the angels'
hierarchies? and even if one of them suddenly
pressed me against his heart, I would perish
in the embrace of his stronger existence.
                                 Rainer Maria Rilke        

İnsanın kendisini tanıması ve anlayabilmesi için çevresinden başka gözlemleyebileceği hiçbir şey yoktur. HİÇBİR ŞEY… Bu yönüyle düşündüğümüzde, hayli tuhaf bir hayat sürdüğümüzü düşünmemek elde değil doğrusu. İnsan zekasının sınırlarından daha da ötede, hayallerimizin de sınırını tayin eden “sonsuzluğun kıyıları” bunlar.
Kumdan kaleler yapan karıncalar; suya dalıp çıkan avcı kuşlar; kışın yapraklarını dökmeyen ağaçlar; eğrelti otları, hodin, hanımeli, hindiba… Bunlardan başka bir şeyi hayal edemezsin. Olmayan bir şeyin hayalini de kuramazsın.
Peki, çevremiz bize zekamız hakkında ne gibi sırlar verebilir; bizi ne kadar aydınlatabilrler? Hiç varolmayan bir nesnenin, varlığın daha doğrusu “şey”in yalnızca izdüşümü vardır; o da soyut olarak; ve onun hakkında varabileceğimiz tek yargı; “varolmadığıdır”.
Ama şu anda varlığımızı çevreleyen şeyler için ne söyleyebiliriz? Son yüzyıla kadar keşfedilememiş en büyük yıldızlar olan “vv cephei”  ve “vy canis majoris”ten bihaberdik. 16. Yüzyıla kadar “medicea sidera”’yı bilemedik; taa ki galile bizlere işaret edene kadar. Ve bir çok yıldız ve gezegenin bize çok uzak varlıklarını tahmin edebiliyoruz. Bu tıpkı, varlığından emin olduğumuz bir masal kahramanını düşlemek gibi. Var olduğunu çıkarsayabilip; O’na isim ve karakter verememek…
İnsan, rüyasında olmayan bir şeyin hayalini göremez. Küçük dünyasında yeri yoktur süpernova’nın, andromeda’nın, gökadaların veya takımyıldızlarının.
Ama yıldızlar orada, bize çok uzakta ve hissettirmeden bizlere, birbirlerini yiyorlar. Bir insan dev bir yıldızı unutacak ne yaşayabilir ki?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder