Pages

24 Ekim 2011 Pazartesi

Keşfetmek

Almond Branches in Bloom,

Saint-Rémy, France: February, 1890

"Parçalayarak yok etme içgüdüsü, yaşanmamış bir hayatın tepkisidir".
                                                                                                     Erich Fromm

İnsanın yönlendirilebilen bir varlık olduğunu düşünüyorum. Aslında zaten, yeni doğan bir çocuğun istenilen doğrultuda yaşaması için uğraş vermenin olumlu sonuç vereceği genel kabul görmüş bir ilke sayılabilir. Devletin ve ailenin verdiği eğitimin, toplum ve çevreden de gözlemlenen görgünün, kişiliğin oluşmasındaki önemli unsurlar olduğu elbette yadsınamaz. Hal böyleyken, genel olarak toplumun veya birey olarak insanın hangi konular üzerine yoğunlaştığı/yoğunlaşması gerektiği konusu da ilgimi çekiyor.

Peki biz neye ilgi duyuyoruz? Aklımızı ve vicdanımızı nelerle dolduruyoruz? Hayatımıza yön veren, saatlerimizi dolduran uğraşlar neler? Yaptıklarımızı ne derecede analiz edebiliyoruz? Toplum olarak varmak istediğimiz yer neresi? Bunlar elbette tek cümle ile cevaplanabilecek sorular değil. Hatta rasyonel cevaplar bulunması mümkün sorular da değil. Ama bana göre, hem insan hem de toplum için bir gerçek vardır; o da hayatın frekansını yakalayıp; mümkünse dönüşüme öncülük etmek veya dönüşümün tıkandığı noktada başka bir noktaya esnek biçimde kanalize olup, huzuru ve sükunu yakalamak.

Peki insan veya toplum neden sürekli olarak, belirli periyotlarla huzurunu kaybeder? Huzursuz bireyler ve bunun sonucu olarak huzursuz toplumlar olmamızın altında yatan faktörler nelerdir? Bunlar arayışlarımızın ve meraklarımızın sonsuza kadar sürmesinin birer sonucu sayılabilir. Ama değinmek istediğim nokta bu cevapları detaylandırılabilecek, derin bir analiz gerektiren sorular ve bunlara verilebilecek yanıtlar değil, aksine ilgi alanlarımızın ne olması gerektiğini düşünmemize yarayacak.

Bana göre, bir insanın zekasının sınırları vardır; bir insanın tek başına tüm dünyayı kavraması olanaksızdır; bir insan tek başına hiçbir şeye yetemez. İnsan yardım almak, güven duymak ve ait olmak zorundadır. İnsan iyiliğin veya kötülüğün yayılmasına tercihleri ile neden olabilir. İnsanlar, bıçak kemiğe dayanmadan çoğunlukla harekete geçmedikleri için hayat karşısında pasif sayılabilir. İnsan, karar vermekten çok, analiz etmesi gereken bir varlıktır.

İnsan ve toplumlar çağlar öncesinde, örnekse Mısır Devleti'nin şaşaalı zamanlarında veya Roma İmparatorluğu'nun geniş bir coğrafyaya hükmettiği zamanlarda, toplumsal olarak daha aptal veya daha zekalı değildi. İnsanların yüzleri değişir sadece. Bunun dışında değişen başka pek bir şeyleri yoktur. Ama belirli bir zümrenin dışında kalan, kalmak durumunda olan kesimi, aktif olarak hayatı analiz edecek kesime dahil olamaması, -belki de imkansızdır- her zaman sorunlarla boğuşacak bir dünyayla baş başa olduğu anlamına geliyor. Çünkü, bir kısım insan yönetimde bulunduğunda, çok fazla insiyatifi de ele geçirmiştir aslında. Yönetilen kesimi istediği gibi paranoyalara dahi sürükleyebilir. Öyleyse yönetilen kesim, eski zamanlarda köle olan bu çoğunluğun artık bireysel özgürlüğünü ele alması gerekiyor. Fakat tam rekabet piyasalarındaki gibi bir çok sesliliğin olumsuz sonuçlar doğurmaması adına, insanın olumsuz yanlarını dahi irdelemesi, hatta gerekirse susmayı bilmesi ve çok defa söylediğim gibi hayat karşısında edilgen olması gerekir.

Bir defasında Matematik öğretmenim şöyle demişti. Eğer dünyada bugün, 10'luk sayma sistemi yerine, örneğin 12'lik veya 15'lik sayma sistemi kullanılsaydı, dünyanın nasıl bambaşka bir yer olabileceğini tahmin bile edemezsiniz. Yalnızca basit bir matematik algısının farklı olması bile dünyayı bambaşka bir yer haline getirmeye yeter.

İnsan temelde değişmiyor; belki evet ama; bana göre; her insanın; tek tek her bir bireyin bu hayatı, bu dünyayı keşfetmeye ve onu dilediği bakış açısıyla görmeye hakkı vardır. Dünyanın dönüşümüne katkı sağlayacak fikirler, yalnızca fikren özgür insanlardan çıkabilir. Yönetilmeyi kabul etmek, Oğuz Atay'ın belirttiği gibi hayatın durgunluğuna kapılmak; Orhan Pamuk'un vurguladığı gibi, "ölümü kabullenmek", yaşayıp ölerek bu dünyanın aslında çok farklı bir yer olarak göremeyeceğimizi kanıtlar; başka türlü tasavvur edemeyen; neredeyse kör bir fani olarak göçüp gideceğimize delalet eder.

Yaşamak, keşfetmektir bu bakımdan...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder