Pages

18 Ekim 2011 Salı

İnsan Edilgendir

The Red Vineyard at Arles
Painting, Oil on Canvas
Arles: November, 1888
"İnsan öldürmedim, bir ilkeyi öldürdüm! Evet, bir ilkeyi öldürdüm ama üstünden aşıp ötesine geçemedim. Bu tarafta kaldım".
                                                                                    Raskolnikov / Suç ve Ceza

İnsanın edilgen olduğunu düşünüyorum. Yani verdiği kararların aslında kendisine ait olmadığını ve daha doğrusu kendisi diye bir şeyin de olamayacağını...

Örneğin, insan ilişkilerinin anlamlandırılması için psikolojide "kara kutu modeli" diye bir tanımlama vardır. Buna göre, geçmişten gelen deneyimler, aile vb. faktörler bireyi harekete geçirici girdi yahut uyarıcılardır ve bunların etkisi ile oluşan davranış da çıktı yahut sonuçtur. Bireye ait zihinsel yöntem girdi ve çıktılar arasında yer almaktadır. Bu nedenle bireye ait unsuru “kara kutu” olarak tanımlayabilmekteyiz.

Bir insanın herhangi bir olay veya herhangi bir düşünce akımı karşısında takındığı tavrı düşünelim. Çoğu zaman aldığı kararların altında karakterini oluşturan deneyimlerin veya genetik çeşitliğinin rolü vardır. Elbette kararlarını etkileyen bu çok geniş dünyanın sınırlarını tespit edemeyiz ama bu durumda bir insanı aldığı kararlar karşısında yargılamak ne kadar anlamlıdır; bunu düşünebiliriz.

Bir insanın, her şeyden uzaklaşmak, özgür olmak, özgürce düşünebilmek için yola çıktığını ve insanlardan uzaklaştığını düşünelim. Bir insan gerçekten özgür olabilir mi? Gerçek manasıyla, özgürce düşünebilir mi? Kimbilir insanlardan kaçma dürtüsünü bile hangi koşullar altında yaşayarak edinmiştir? Onun bu yolculuğa çıkmasına sebep olmuş tüm o şartlar nelerdir? Bir insan özgür olmak için yola çıkarken bile aslında özgür değilse daha vahim bir tablo çıkıyor ortaya.

Bir suçluyu ele alalım şimdi. Suçlu, yani cürmü işleyen, yani toplumun varlığını veya fertlerin menfaatlerini ağır biçimde tehlikeye düşüren veya sarsan suçlar işleyen kişi aslında suçun işlenmesine karar veren özgür bir birey midir; yoksa geçmiş deneyimlerinin, hayat şartlarının, seçme şansı kendisine ait olmayan genetik haritasının, hatta o günkü hava şartlarının, hatta toplumun kendisine dayattığı sosyal statüsünün, hatta buna benzer sayısız parametrenin etkisinde mi bu suçu işleme kararı almıştır?

Mahkemelerde kimi yargılıyoruz biz? Hapishaneleri dolduranlar kimler? Burada amacım suçu veya suçluyu övmek değil elbette. Düzenin böyle olmasını eleştirmek, sosyal hayatımızın gidişatına hayıflanmak da değil. Amacım, "suç" diye tabir edilen cürümlerin, ne kadar özgürce bir karar sonrasında işlenmiş olabileceği. Toplum veya devlet olarak suçluyu mu yargılıyoruz; düzenin aksak yönlerini mi? Çünkü biliyoruz ki, cürmü işleyen insanın farklı hayat şartları altında aynı cürmü işlemeyecek, saygın bir kişi de olabileceği gerçeğidir. Düzenin kendisine dayattığı silik ve ezilmiş bir karakter olma zavallılığının ve şanssızlığının dışında kalabilmiş bir bireyin yine de benzer suçları işleyebileceğini düşünmek, söz gelimi bir katil, söz gelimi bir sahtekar, söz gelimi bir hırsız olabileceğini düşünmek çok derin bir haksızlık ve acziyettir bana göre.

Öyleyse bir bedenin fiziksel olarak dört duvar arasında bekletilmesi özde manasız bir durumdur. O halde, bir suçluyu, en azından suçlu tarafından bireysel veya toplumsal olarak doğrudan zarar görmedikçe, onu eleştirmek, yerin dibine sokmak, haksız bulmak, suçu işleyenin şahsına kin ve nefret duymak da manasızdır. Siz, aslında siz bile değilken, yani birçok parametrenin etkisi altında orada oraya sürüklenen, tıpkı bir ayna gibi çevresini yansıtan değişken, elastik bir şeyken, tıpkı sizin gibi olan bir şeyi eleştirmek veya ötekileştirmek de saçma oluyor.

Bunu şöyle de açıklayabilirim. Mesela, doğuştan değil de, sonradan, yani günlük yaşantısının getirdiği acımasızlıklarla aklı dengesini yitirmiş ve akıl hastanesine yatmış bir insanı düşünelim. Böyle bir insana, neredeyse tüm toplum acıyarak bakar. Yaşadığı zorlukları ve çileleri anlamlı bir tavırla karşılar ve hastanın içinde bulunduğu durum için çoğunlukla yaşam şartlarını (genel manasıyla) sorumlu tutar.

Şimdi aynı yaşam şartlarının bir insanı bir deli değil de, bir cani yaptığını düşünelim. Öyleyse bu cani de, tıpkı deli gibi yaşam şartlarının etkisiyle bu hale düşmüştür. Yani, başka bir açıdan onun da seçme şansı yoktur aslında. Suçu işleyenin, suçu işlerken orada olmasından, aktif halde bulunmasından başka hiçbir farkı yoktur. Yani, zaten kendisinde olmayan seçim şansı için yargılanmakta ve farklı farklı normlara ve kanunlara göre ceza almaktadır.

İşte bu yüzden de daha öncede olduğu gibi, insanın hayat karşısında pasif olduğunu ve tıpkı bir ayna gibi, tıpkı Italo Calvino'nun "Palomar" kitabının baş karakteri Plaomar gibi hayat karşısında pasif bir gözlemci olduğunu düşünüyorum. Benim sandığı kararlar aslında, kafasının içinde çözemediği ve tümüyle kavrayamadığı -kavraması olanaksızdır- derin bir deneyimler okyanusunun ve genetik evrenin etkisi ile alınır.

Dolayısıyla insan, tıpkı bir element gibidir. Diğer farklı elementlerle reaksiyonlara girip moleküller veya bileşikler oluşturabilir. Dolayısıyla, insan çok farklı yerlerde ve çok farklı zamanlarda, çok farklı tepkiler verecektir. Kendisi diye bir şeyin olmadığının farkında bile olamadan yaşayıp gidecektir. Fakat özgürlük, gerçek özgürlük bunun çok dışında; çok uzağında...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder