Pages

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Efsanelerin Bittiği Yer



Öncelikle bu yazıda, kurguyu yeterince sistematik aktaramayacağımı, akılcılıkla durumları, sebep-sonuç olarak birbirine bağlayamayacağımı biliyorum. Bu defa, sezinleme yoluyla kavrama güdüsünün tetiklenmesine ihtiyacım var. O yüzden farklı ve anlaşılmaz olabilir söylediklerim.

İnsanoğlunun bilinen veya yazılı kısacık tarihinin çok çarpıcı noktasıdır, efsaneler. Olağanüstü yaşam öyküleri, tarihi kahramanlıklar, mucizeler ve daha niceleri... İnsanı, olduğu veya göründüğünden bambaşka bir noktaya taşıyabilecek tüm kahramanlık öyküleri...

Sıkıcı duvarlar arasında vakit öldürürken, kalabalıklar içinde caddelerde yürürken, akılların bir köşesinde yer etmiş efsanelerin, bilinç altına saçtığı bu ışıkla yaşama heyecanı buluruz. İhtimaller; yükselme ihtimali, bir anda efsane olmak, insanüstüleşme, mutlak bir zafer kurma, üstünlük sağlama ve kendini aşma, hiyerarşinin en yüksek noktası... Bütün bunlara rağmen ben, efsanelerin yitip gittiği, sınırlı insanın düşünü kurmak istiyorum.

... 

Edebiyatçı, ilk yapıtlarında başarıyı yakalamasından sonra, devam eder eser vermeye. Tekniği ile beraber yer etmiştir edebiyat dünyasında. Durmadan yazar ve teknik açıdan güzel ve olağanüstü işlere imza atar. Çok düşük ihtimalle yeni bir bakış açısı daha getirecektir ama çok büyük ihtimalle kendini tekrar edecektir. Attila İlhan der ki, bir şair genelde, ilerleyen yaşlarında yalnızca kendini tekrar etmekte, gençliğinde ürettiği o güzel şiirlerin tınısına ulaşamamakta ve tabir-i caizse yerinde saymakta veya bir döngünün içinde kapana kısılmaktadır. Veya, Arthur Rimbaud, en güzel şiirlerini 21 yaşına kadar olan dönemde yazmış ve bir daha da asla şiir yazmamıştır. Bir başka örnek ise, Samuel Taylor Coleridge olabilir. 25 yaşında en güzel şiiri Old Sailor'ı edebiyat dünyasına kazandırmış ve bir daha bu başarıya ulaşamamıştır.

Peki, şimdi bakış açımızı değiştirelim. Edebiyat alanında çalışmak, bir iş, uğraş veya meslek gibi olmasa daha iyi gibi geliyor. Bir roman veya şiir yazmak, bir arzu sonucunda doğar ancak bu arzu yalnızca, söylenmek istenen şeyin farklı olduğunun düşünüldüğü zaman kıymetli olma ihtimaline sahiptir. Bir başarı yakaladıktan sonra bunu devam ettirmek, "edebiyatçı" kıyafeti giymek pek doğru değildir. Bir insan, yapıtını yayımladıktan sonra, başka bir dünya kurabilmelidir, kurmaya eğilimi olabilmelidir. En azından, bunu düşünüp, dile getirmelidir. Edebiyat yapmak, hiçbir zaman sebep olmamalıdır. Böylece birçok şeyde bir şeyin başlayıp, diğer başka bir şeyin bittiği sınırlar ortadan kalkacaktır. Efsanelerin bittiği yere yaklaşıyoruz.

...

Bir korsan gemisi düşünmüştüm sahil boyu giderken. Geminin kıç tarafında, üstü başı perişan, elinde bir rom şişesiyle yan gelip yatan bir korsanı düşledim. Manzara Van Gogh resimlerinde olduğu gibi... Tüm renkler hareketli, geminin tahtalarını birbirine bağlayan somunlarından, dümeninden, direğinden, usturmaçalarından, ve halatlarından tutun da daha nice girişik yerleri hep hareket halinde. somunlar çıkıyor ve yerine giriyor sürekli mesela. Gökyüzünde siyah bir kuş sürüsü tıpkı deniz gibi dalgalanıyor.

Perişan korsancı öldürülecek. Bir kılıc boynunda hazır bekliyor. İnfazı kaptan yapacak. Gemide mürettabatı olan korsanlardan elinde kalan bir tek bu ayyaşı bile öldürmek niyetinde.

Ayyaş korsancı, elindeki yarı dolu rom şişesini havaya kaldırıp, kısık gözlerle şişenin arkasından Kaptan'a bakarak şöyle düşünüyor; "Efsanelerin bittiği yerdeyim. Az sonra boynuma vurulacak bir kılıç darbesiyle yeryüzünden silineceğim. Yalnız ve ıssız geçen şu hayatımda, bir süreliğine beni hatırlayacak olan hasmım Kaptan'dan başka hiçbir yerde hafızalarda olamayacağım. Yitip giden, soluksuz bir nefes gibiyim. Fakat az sonra, tüm her şeyin birbirine girdiği şu denizin ortasında, gökyüzünde asılı duran kutsal sarkacın, güneyden müthiş bir hızla gelip, gemimize çarpmasını ve parçalanmayı, ilahi adaletin sarkacı ile sonsuza kavuşmayı dilerdim. Bu dev "Sarkaç" bizi, zamanın uydurulmuş doğrultusundan kurtaracak ve dilirişimizi, yok oluşumuzu mutlak an noktasına getirecek".

Ve dileği gerçekleşir ayyaş korsancının. Dev sarkaç büyük bir hızla gelip gemiye iskele tarafından, son hızla çarpmış ve gemi atomlarına ayrılmıştır. Efsane bile olamayacak bu hadise, sonsuz hızda, zaman içinde kaybolur, yitip gider.

...

Efsaneler olmadan yaşamak zor geliyor bize. İnsanın sınırlı bir algıda yaşadığını düşünebilmek. Düşüncelerinin, kısıtlı ömürleri boyunca yetkinliğe ulaşamayacağını kabullenebilmek. En kompleks zihin yapısına sahip olmanın, yeterli dünya ve öteki dünya algısına yetmeyebileceğini kabullenebilmek...

Efsanelerin bittiği yerde yaşamak zordur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder