Pages

12 Temmuz 2018 Perşembe

"Biri" Olduğunu Bilmek

Caspar David Friedrich - A Woman at Sunset or Sunrise
"Egoist, aile bağlarını koparıp, ağır hakarete uğrattığı aile tininin karşısında devlet efendinin himayesine girmiştir. Peki ama şimdi nereye dahil olmuştur? Doğruca yeni bir toplumun içine. Onun egoizmini, az önce kurtulmuş olduğu tuzakların aynısı burada da beklemektedir. Çünkü devlet bir toplumdur, bir birliktelik değildir; devlet genişletilmiş ailedir. ("Devlet ana - devlet baba - devlet çocukları")
Devlet denilen şey bağımlılıktan, bağlılıktan, beraberlikten ve dayanışmadan oluşan bir doku ve bir örgüdür; bu örgüde bir araya dizilen insanlar birbirlerine uymak zorundadırlar, kısacası hepsi birbirlerine bağlıdır: devlet bu bağımlılıktan oluşan düzendir. Otoritesi en üstten en ast memuruna kadar ulaşan kral ortadan kaybolsa bile içlerine düzen anlayışı yerleşmiş herkes bu düzeni düzensizliğin yıkıcılığına karşı ayakta tutmaya çalışacaktır. Düzensizlik zafer kazanırsa, devlet yıkılır." Max Stirner s.200
Filmler izleriz, kitaplar okuruz; çeşit çeşit karakterler tanırız. Yalnızca kurguda değil, etrafımızda da bize enteresan gelen, uzak gelen karakterler vardır. Mesela Pablo Escobar'ın hayatını anlatan Narcos dizisine, hakkındaki belgesele, yazılanlara çizilenlere ve gördüklerime baktığımda kendi kendime söylediğim şey şu olurdu: böyle bir hayatı nasıl sürdürebilmiş? Nasıl ve neden yolu hiç değişmemiş? Bu kimliğini ölene kadar nasıl savunmuş? Yaptıklarını doğru değilse bile, en azından nasıl ve ne biçimde geçerli bulabilmiş? Şüphesiz bu benim kaldırabileceğim bir yaşantı değil. Bütün bunları söylerken elbette bir özentiden, bir öykünmeden bahsetmiyorum. Ben sadece "öyle" değilim; "bu gibi" olamazdım diyorum. Köklerimin nereye bağlı olduğunu hissediyorum.

Hayatımı kıskanç, bencil, içine kapanık biri olduğumu bilerek geçirdim. İnsanlarla iletişimimde de bu vardı. Çaresizce kıskandım; kıskandığımın farkında olarak yaptım bunu. Kıskanmasam daha iyi olur diye düşünsem de yine de duramadım; yani kıskandım. Baktım ki ben "biri"yim; bir şeyim. Bunu hep her şeyden bağımsız zannederdim. Belki sizler, böyle düşünmediniz hiç; belki bendeki çocuk kafasına bakıp şaşırıyorsunuz bile; nasıl yani kendini bunlardan ayrı düşündün diyerek.

Yıllar önce de elbette Biri'yim derdim; ama sanki bu bana, benim seçimim gibi gelirdi. (Oysa Schopenhauer, istediğinizi yapmakta özgürsünüz ama istediğinizi isteyemezsiniz, demişti) Ben biri'yim; çünkü böyle istiyorum. Böyle Biri olmak mantıklı derdim. Kendimi, yani biricikliğimi geçerli bir hakikatler dizisi gibi savunurdum. (Kim savunmaz kendisini!) Ama şimdi istemediğim halde bu şekilde Biri olduğumu kavrıyorum. Düşünerek aşılabileceğini sandığım hiçbir şeyi aşamıyorum. Safça inanıyorum. İnsanları doğru değerlendirebilmekten yoksunum. Benim hakkımda ne konuştuklarını bile tahmin edemiyorum. Bazen bir kapıdan çıktığımda, belki de kim bilir şu anda arkamdan neler denmiştir; oysa yüzüme gülmüşlerdi, diye söylüyorum. Ve nihayetinde, samimi bir sevgiyi, aşkı kavrayamıyorum.

Bir erkeğin en büyük derdi bu bence; gerçekten sevildim mi? Bana duyulan aşk gerçek miydi? Yaşadıklarım boyunca söylenen sözler samimi miydi? Ayrılık, en çok bu yönüyle yakar erkeği. Ayrılırken yarım kalan ifadelerdir, erkeğin içini deşen. (Tersi de olabilir ve kadınlar da böyle hissedebilir. Ama ben bu açıdan değerlendirebilirim.) Evet, sevdim diyen eski sevgilinin sözleri yeterli değildir. Çünkü boşluklar vardır hala. Bu boşlukları ayrı düşmüş bir eski aşkın sözleriyle doldurmak olanaksızdır. Böylece erkek aşağılık kompleksine girer. Buna boşunalığın ve hiçliğin kavurucu etkisi de katılır. Dünyada artık yersiz yurtsuz olduğunu anlar. Bu boşunalık ölümcüldür. Bazı erkekler bunun için köpekleşir, adeta eski aşkından sevgi sözcüklerini dilenmeye başlar. Sevgilileri güzel olmasa bile, onların bir yudum aşk gösterisi karşısında yapmayacakları şey kalmaz. Bir erkeğin hayatta kalabilme becerisini bu sınavın sonucu belirler. Çünkü meteliksizlik, zor koşullar, sevilmeyen işler; trafik vesaire bunların hepsine tek bir şekilde katlanılabilir: o da sevildiğini bilerek. Bir kalbin sahibi olmayan bir erkek yüreği (yani kendini buna inandırmamış) dayanılmaz bir cehennemdir. O yüzden işini bilen kadınlar erkekleri köpekleştirmişlerdir tarih boyunca.

Marcel Proust'nun, Kayıp Zamanın İzinde adlı kitabında da bu böyle tasvir edilmişti. Hem Marcel'in Albertine'e olan aşkı, Hem de Swann'ın, Odette'e olan sevdası, aynı ortak paydaya sahipti. Ne zamanki, kadını elde ettiklerini düşünseler; buna inansalar, ayrılık düşleri kuruyorlardı. Bu kadınlarda gördükleri eksiklikleri yüzlerine çarpacak, kapıyı vurup gideceklerdi. Ne zaman kadını elde ettiğini düşünseler; yine kadına karşı duygusuz ve umursamaz oluyorlardı. Fakat yine aynı zamanda, ne zaman bu kadınların kendilerini aldattığını düşünseler; başka erkekleri sevdiklerini (sevebildiklerini) anlasalar ya da buna kendilerini inandırsalar; derhal bu aşkın peşinde bir ızdırap köpeği gibi koşmaya başlarlardı.

Sevgilinin geçmişini umursayan "Biri" olmak ve bundan kaçınamamak. Ben de böyle biriyim. Ne kadar okursam okuyayım; ne kadar mantıklı olursa olsun geçmişe karışmamak; bunu değersiz görmek, yine de yapamıyorum. Çünkü sevdiğim insanın başka birisini sevmiş olması düşüncesi, bendeki aşağılık kompleksini harekete geçiriyor. Öyleyse bir kadın, beni kendisine aşık ettikten sonra bana istediğini yapabilir. İşte bu benim cehennemim.

Etrafınızdaki ormana baktığınızda ne görüyorsunuz. Huşu içerisinde sallanan dalların arasında insanı yutacak tuzaklar var.

1 yorum:

  1. önce ekşi sözlükteki yazılarınızı okudum sonra twitterınıza baktım şimdi de burayı buldum.aslında burdaki çoğu yazınızı okumadım anlayabileceğimi sanmıyorum çünkü:D daha çok ekşideki ; insanlar arasındaki iletişiminizle alakalı olan yazılar ilgimi çekti.aa dedim bu adam beni anlatıyo.kelimelere dökemediğim şeyleri biri yazıya dökünce değişik bi mutlu oldum:D biçoğunu favoriledim.anlatamadığınızı, kelimelerin yetmediğini düşünseniz de ben anladım söylemek istedim

    YanıtlaSil