Pages

15 Eylül 2011 Perşembe

Akıl, İnsan, Doğa ve Kainat


"Our existence will lead us to the heart of being"   E.Y.A. 
İnsanın doğduğu andan itibaren, yaşamasına olanak veren sınırları çizen "doğa" ile, tam uyumlu olduğunu fark etmesi, şaşırtıcı bir durum gibi geliyor bana. Yani, yaşanabilir alanımız olan, doğa'yı yavaş yavaş tüketerek veya daha doğru bir ifadeyle, doğanın madde ve enerjiden oluşan döngüsüne katılarak, adeta onunla iç içe, tam uyumlu ve ona bağlı bir yaşam sürüyoruz. 

Bir insanın, ağacın dalından kopardığı bir meyveyi yediğini düşünelim basitçe. Bu meyve insana hem duygusal, hem de bedensel ihtiyaçları açısından yarar sağlayacaktır. Dolayısıyla meyve yiyen insan, bir şekilde doğal döngünün içindedir ve yaşamını sürdürmesinin temel koşulu olan negatif entropi'yi koruma gayretindedir.

Peki, bir meyve insana neden fayda sağlar ki? İşte bu oldukça tuhaf bir noktadır. Bizim dışımızda olduğunu düşündüğümüz bir varlık/varlıklar aleminin, bizimle neden bu kadar etkileşimde olduğunu merak ediyorum. İşin daha da tuhaf yanı; doğanın bize sundukları olmadan yaşayamayacağımız gerçeğidir.

Dolayısıyla doğa, insanoğluna, atmosferini oluşturduğu o cam fanusun içinde, insana, belirli bir süre yaşam faaliyetlerini sürdürme imkanı vermiştir. Bu konunun, Avatar'da farklı bir açıdan incelendiğini ve bizim dışımızda olan doğal çevremizin, bizimle etkileşimde olduğunu farklı bir anlayışla incelendiğini görebiliriz.


Filmde vurgulanmak istenen en önemli noktalardan birinin de, "doğa ile etkileşim ve tam uyumluluk" olduğunu düşünüyorum. Üstelik atmosfer dışına çıktığımızda, hemen her şeyin, yaşam standartlarımıza oldukça uzak olduğunu fark ediyoruz. Özgürce nefes alamayacağımız öyle büyük bir kainatın tam ortasındayız ki; hayretlere düşmemek elde değil bana kalırsa.

İçtiğimiz su, tükettiğimiz oksijen ve gıdalar, bizim bir şekilde, bu doğal çevremnin bir parçası olduğumuzu düşündürüyor. Hiçbir insan, tuhaf bir şekilde, bu doğal çevrenin dışında, varlığını bağımsız olarak sürdüremiyor. Uzayda keşif yapmak için dahi, güzel ve yalnız dünyamızın oksijenine ihtiyaç duyuyoruz.

Bu yazdıklarımla amaçladığım şey, aslında insanı dini veya manevi herhangi bir konuma oturtmak da değil. Amacım bir bakıma, insan aklının temelini oluşturan bilincin, kendimizi, doğanın dışında bir varlık gibi algılamamıza neden olmasıdır.

İnsanın doğa ile tam uyum içinde olması nedeniyle, bazı düşünürler, insanoğlu ve diğer tüm canlı olarak nitelendirilen varlıkların, bir enerji akışı olduğunu ifade etmişlerdir. Basit şekilde insan, kainatta salınım gösteren bir enerji patlaması ve yayılmasından başka bir şey değildir. Yalnızca belirli ve kısıtlı bir alanla uyum içinde olmamız bu düşünceyi kuvvetlendirir nitelikte. Hatta, Türk edebiyatçılarından biri olan İsmail Habip Sevük'ün, "Hayat, iki dipsiz karanlık ortasında bir kibrit alevidir" sözü, bu düşünceye paralel bir cümle olarak gösterilebilir.

Peki, gözlem sınırlarımız içinde bulunan kainat bizim için ne ifade etmeli? Sayısız yıldızın ve takımyıldızlarının, gezegenlerin veya göktaşlarının neden varolduğunu bile düşünmüyoruz/düşünemiyoruz/düşünemeyeceğiz. Buradaki "düşünmek", sadece hayal etmek veya kurgulamak demek değil; buradaki "düşünmek", bizim hayatımıza ne kadar paralellik gösterdiğidir. Bizi, doğadan ayrı varlıklar gibi düşündüren bilincimize yaptığı, o derin düş kırıklığından başka ne düşündürmeli kainat?

Bir insanın varolabilmesi için, basitçe bir anne ve babaya sahip olması gerekir. Bir erkek veya bir kadın belirli şartları taşımadığı sürece çocuğun meydana gelmesi de imkansızdır. İnsanın, düşleyerek vücut salgısı ortaya çıkarabilmesi tuhaf değil mi mesela? Ter, belirli bir fiziksel etkileşimle sperm, adrenalin, endorfin vesaire... Daha sonra, çocuk dünyaya geldiğinde, anne sütünün kadında salgılanması ve bu sütün, yeni doğan bebekle tam uyumlu olması, hayli ilginç değil mi?

Bu, neden böyle olmak zorunda? Bilinç bize, bedenimize hükmetme olanağını belirli şartlar altında sağlıyorsa; neden otonom çalışan organ ve dokulara sahibiz? Bu yalnızca kutsal değerlerin, dogmatik açıklamalarıyla yorumlanmamalı. Bu önemli ve kritik bir sorun bana kalırsa. Bir insan, düşünerek, bazı organların çalışma biçimini, düzenleyebilir. Ama düşünerek, kalbinizin atışını durduramazsınız. Düşünerek bedeninize ait olmayan bir doğal şeyle kalbinizin atışlarına son verebilirsiniz ama. O halde doğal çevremiz, bize yarar ve zarar sağlayacak donanımlara sahiptir ve bilinç bize hangi yönde kullanmamızı emrederse, doğa bize sunduğu imkanlarla cevaplar ihtiyaçlarımızı. Zehirleyebilir de, sıhhat de verebilir dolayısıyla. Bu bana biraz "Lost" dizisinin ada'sını hatırlattı. Bu ada da, bir bumerang çubuğu etkisi yaratıyordu. Ada'nın sunduğu imkanlar ile düşünce biçimleri arasında kuvvetli bir korelasyon vardı.


Tüm bu söylediklerimizden çıkarılabilecek yorum şu olabilir; İnsan, kainat'ın, normal dağılım fonksiyonunda, belirli standart sapma uzaklıklarına göre farklı davranışlar gösteren bir yapının yansımasıdır.



1 yorum: