Pages

28 Eylül 2011 Çarşamba

Bellek ve Fikir

Portrait of Dr. Gachet
Painting, Oil on Canvas
Auvers-sur-Oise: June, 1890

"Eğer bir adam marşla uyum içinde yürüyebiliyorsa, o değersiz bir yaratıktır. Kendisine yalnızca bir omurilik yeterli olabileceği halde, her nasılsa yanlışlıkla bir beyni olmuştur onun".                    
                                                                                                      Albert Einstein
    
Bir şeylerin kafamızın içini doldurması ve bazı nedenlerden dolayı peşimizi bırakmaması hayli ilginç bir durum. Yaşadığımız acı tatlı ne varsa, hepsi sinir hücrelerimizin uyarılma derecelerine göre belleğimize kaydedilip depolanıyor. Bazen bir ses, koku veya bir manzara ya da buna benzer dış çevre etkenleri, anılarımızı veya bildiklerimizi, hafızamızın karanlık noktalarından çıkarıp önümüze koyacak unsurlar oluveriyor.

Öyleyse, bir insanın belleğinin olmasının avantajlarını ve dezavantajlarını düşünmeye çalışalım. Öncelikle, çoğu zaman aklımızın içinde yer etmesini istediğimiz anıları, resimleri, bilgileri vs. seçemediğimizi biliyoruz. Bu karmaşık bir durum olarak algılanabilir aslında. Bir insan hafızasına girmesini istediği şeyleri belirli bir önem sırasına göre, tıpkı bilgisayar belleği yönetiminde olduğu gibi, yapamaz belki ama yine de, belleğinin neyi, nasıl ve ne önem derecesinde saklayıp, depolayabileceğini, çevresel faktörleri gözlemleme bakış açısını değiştirerek yapabilir. Yani ve dolayısıyla, daha önce de bahsettiğim gibi, dualist bir yapı olduğunu düşündüren düşünce yapımız (ruh, öz her neyse), belleğimizi yönetebilir.

Şu da bir gerçek ki, anılarımızın daima mutluluk verici olmasını isteriz. Kısa veya orta vadede çalışmalarımız veya belirli sıkıntılara katlanmamız, ileride daha mutlu anılara zemin hazırlamak için yapılan yatırımlardır bir bakıma. Aslında bunu, "bilincin huzurunu aramak" şeklinde de tanımlayabiliriz. Bugün veya yarın bilincimizi optimum huzura kavuşturmak için çalışır, çabalar ve gayret gösteririz.

Fikrimizde huzuru bulma gayretimizi, çevresel etkenlerin oluşturduğu sayısız parametre ile sağlandığını da söyleyebilirim. Öğrenmeye kapalı, ama aynı zamanda fikri olarak öne geçme gayretinde bulunabilen rekabetçi zihinlerimiz, hep bir adım önde olmak ve fikirlerine huzur verecek bir "konsept" bulmak ve bu konsepti yönetmek gayretindedir.

Ama ya hafızamız daha kısa süreli olsaydı veya hiç bir şekilde belleğe sahip olmasaydık? Yaşamın manzarası ve bu manzaraya ait renkler, "milyarlarca ve milyarlarca" fotoğraf karesi olarak gözlerimizin önünden akıverseydi?

Mutluluğun veya mutsuzluğun, belleğimizde yer etmemesi, bizleri bambaşka varlıklar haline getirecekti şüphesiz. Sevgilerin veya iyi anılarımızın hafızamızda yer etmemesinin götürülerini çok rahat düşünebiliriz. Geçtiğimiz yolları hatırlayamamanın neleri kaybettirebileceğini de düşünebiliriz elbette. Ama anılarımızın yükünün aslında daha fazla olduğunu da idrak etmeliyiz bana göre.

Mutlulukları, sevgileri, acılarıyla beraber yarınlara taşımanın bedelidir; birbirimizden korkmak, oyunlar kurmak, sorumluluk duymak, yarışmak, koşmak ve tüm o her şey.

Yaptıklarımızla ve kararlarımızla hem kendi belleğimizde, hem de çevremizdekilerin belleğinde izler bırakıyoruz. Bunlardan da sorumluluk duyuyoruz daha sonra. O yüzden her yeni gün, yepyeni bir hayat değil bizim için. 

İstediğimiz anıları, nesneleri bile silemeyiz hafızamızdan. Unutmak için yollar arasak da, işaretler ve şeyler ve diğer tüm insanlar, size bunları hatırlatmak için her an varlar. Dolayısıyla, insan belleği belki de, insanı harekete geçiren, faktörlerin en üstü ve en önemlisidir.

Her şey demek istemiyorum yine de ama çoğu hareketimiz, zihnimizdeki fırtınaları dindirmek, uğultulardan kurtulmak, olduğumuzu sandığımız kişi olduğumuza inanmaya çalışmak ve diğer insanların da hafızasında, bu ilüzyonumuzu oturtmak içindir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder