Pages

12 Aralık 2011 Pazartesi

Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor 2

Evening: The End of the Day (After Millet)
France: November, 1889
"Ben, kitaplarımın molotof kokteyli ya da mayın tarlası olmasını isterim, tıpkı donanma fişekleri gibi kullanıldıktan sonra kendilerini yok etmesini isterim".
                                                                                                   Michel Foucault

Sistemler hakkında düşünmeden edemeyiz. Alt Sistemler, alt sistemlerin oluşturduğu üst sistemler; düzenli yapılar; belirli açılarda, trigonometrik hesaplarla birbirine dayandırılmış demirler; sütunlarla binalar, gökdelenler... Hepsi de entropi dehşeti içinde ayakta kalmaya çalışıyor. Entropi, bütün sistemlerin kaderinde var ve her şey yitip gitme, enerjisini kaybetme tehlikesi altında; yani "Katı olan her şey buharlaşıyor"...

Bir önceki yazıda bahsettiğim konunun üstüne birkaç tuğla daha eklemek istiyorum. İnsanların ister istemez, oluşturdukları bu ahlaki yapı, günümüze kadar gelen bu anlayışın çerçevesi; erdem, etik, haklar ile güvenliğimizi ve bir arada yaşayabilmemize olanak veren "sistem"lerden bahsetmek isterim.

Öncelikle, sistem karşıtı bir insan değilim. Ayrıca bir kitlenin herhangi bir sistemin karşısına dikilmesini ve anarşizmi tetiklemesini de gülünç bulurum. Bununla beraber, sistem savunucusu ve gönüllüsü bir insan da değilim. Yapmak istediğim sistemleri analiz etmek, eleştirmek ve bize sağladığı fırsat ve tehditlerden bahsetmektir. Buna postmodernizmde "bireysel anarşizm" deniliyor. Yani, bireyin, tüm kavramları ve değerleri eleştirmesidir bu.

Sistemlerin; (devlet gibi organizasyonlar da dahil ve ahlakı, etiği, ananeleri, kuralları, hakları ve aklımıza gelebilecek diğer tüm sistematik veya sistematik olmayan ama kalıplaşmış fikirleri, düşünceleri ve eğilimleri kapsar) nasıl meydana geldiğini basitçe anlatmıştım; http://postmodernizm.blogspot.com/2011/12/kat-olan-her-sey-buharlasyor.html Şimdi ise bir bireyin, temelde ve basitçe, sistem karşısında nasıl duruşlar sergileyebileceğini anlatmak istiyorum.

Lane in the Public Garden at Arles, A
Arles: September, 1888
i.) Birey, sisteme tümüyle dahildir. Haklarını, görüşlerini yaşadığı toplumdan, okuduğu kitaplarından, yakın ve uzak çevresinden alır. Şimdi, önümüzde duran 8x8 karelerden oluşan bir satranç tahtası düşünelim. Satranç tahtasının üzerinde de, satranç taşları var elbette. Satrancı oynamak isteyen birey şunu bilir ki; satrançta belirli kurallar vardır. Taşlar belirli kurallara göre hareket ederler. Bunun dışında hareket edemezler. Satranç oyuncularından yenilgiye uğramak üzere olan, tüm hırsına rağmen, satranç kurallarını benimsemiştir ve yenilecek olacağını görse bile kuralları değiştirme talebinde dahi bulunmaz. Çünkü oyunu oynanabilir kılan kurallardır. Oyun anlamlı gibi görünür ama açık ve net olan bir şey var ki; oyun bu kurallar içinde düzenlenmemiş ve başka hamleler düşünülerek de tasarlanmış olabilirdi. Bir oyuncu, yenilgiyi görmesine rağmen; işte bu nedenle hamlelere itiraz etmez; etmeyi düşünmez.

Halbuki, satranca anlam yükleyen ve oyunun kurallarını belirleyen insanlardır. İnsanların kurallarına göre oynama zorunda olmasına özde hiçbir neden yoktur. Bir oyuncu farazi olarak, at'ı veya kale'yi kafasına göre istediği kareye taşıyabilir. Ama küçük satranç dünyasında, oyunculara bu kurallara itiraz etme düşüncesi veya  kurallara eleştiri getirebilme özgürlüğü ya verilmemiştir ya da kısıtlanmıştır. Oyuncu isteyerek veya zorla veya uyutularak bu oyunun kurallarını kabul etmiş olur ve yenilse de kazansa da oyunun kurallarına sadık kalır. 

İşte bu tip oyuncular, günlük hayatın karmaşasında oradan oraya sürüklenen ortalama halkın bireylerini temsil etmektedirler. Oyunun kurallarını peşinen kabullenirler. Satranç oyunun bu kuralları ile optimum olduğunu düşünürler ve her gittikleri yerde bunu anlatıp, bununla övünüp, başkalarına da satrancı kabul ettirmeye ve sevdirmeye kalkarlar. 8x8 ebatlarda, karelere bölünmüş bir tahtada oynanabilecek en iyi tek oyun satrançtır onlar için ve satranç burada, hayatımızın küçük bir izdüşümünü temsil eden bir metafordur yalnızca.

ii.) Devrimci ve başkaldıran bireydir ikinci örneğimiz. Çoğunluğu oluşturan halktan bir farkı vardır onun. 8x8 ebatlarda, karelere bölünmüş bir tahtada aynı veya farklı taşlarla veya pullarla, farklı oyunlar da oynanabileceğini düşünür bu insanlar. Bu yüzden, toplumun çoğunluğunu oluşturan ve satrancı en üstün gören bireylerden ilk zamanlarda veya hayatları boyunca teveccüh görmezler. Hatta bununla da kalmayıp öne sürdükleri oyun biçemleri lanetlenebilir ve yuhalanilir. Ama bu devrimciler ve başkaldıran insanlar olmasaydı bugün satranç tahtasının üstünde dama da oynanabileceğini bilmezdik. Halbuk, başka kurallarla ve başka pullarla hayatlarımızı renklendirebileceğimiz, farklı bakış açılarını da görüp, farklı zevkleri tadabileceğimizi gördük; Marx, Engels, Camus, Sartre, Nietzsche, Marquis de Sade ve nice gibilerinin sayesinde.

Ve unutmadan ekleyeyim; sistemlerin değişebilir ve esnek olduğunu gören ve genel halkın frekansını bilip, nabzını tutan insanlar hayatta başarılı olurlar. Bu yüzden George Soros; büyük balıktır ve satrancı yüceltip, oyununu ona göre oynayan küçük balıkları yutmaktadır ve Nietzsche der ki; "Güzel şeylerin hepsi önce korkunç maskeler takmalı. Böylece kendilerini insanlığın kalbine yazdırabilirler".

Ama bildiğiniz ve gördüğünüz üzere, 8x8 ebatlarda bu tahtamızın üzerinde hala kurallara göre oyun oynanmakta ve oyunun yapısı değişmesine rağmen; bir bakış açısı geliştirmekten öte gidilmemektedir. Ve şimdi sistem karşısında sergilenebilecek, bu zamana kadar değinilmediğini düşündüğüm üçüncü bakış açısına geçmek istiyorum.

Tabula Rasa
iii.) Birey, oyunu inkar eder. Evet, birey bu noktada bir hayvan gibi görmektedir oyuncuları. Der ki; "İnsan, düşünebildiğini sanan bir hayvandır". Oynanan oyunları kabullenir; realistik bakış açısıyla irdeleyerek, oyunun açıklarını, oyunun amaçsızlığını görüp, sezip, bildirir ve 8x8 ebatlarda karelere bölünmüş bu tahta üzerinde oynanan tüm oyunları tiye alır bu sayede.

Bilinen insanlık tarihinde, tüm ideolojiler bir başka düşünceye tepki olarak doğmuştur. Hiçbir fikir akımının öylesine geliştiğini göremezsiniz. Hepsi bir yetersizlik ve açlık halinde bir arayışla ve gayretle türetilmiştir. Ama hepsi de, bahsettiğim tahtanın üzerinde oynanan oyunlardan farksızdır. Hepsinin de çıkış noktası insanlığın tamamına veya bir kısmına yarar sağlamaktır. Ama hiçbirisinin bir diğerine kesin bir üstünlük sağladığı görülmemiştir; ki bu beklenen bir gelişmedir. Peki, faydalı olmak için oynanan bu oyunlarda gelinebilecek son nokta nedir? Yani, en iyi oyun hangisidir? "Cevap, hiçbiri" olmalı.

Bir Şah, bir piyonun arkasındaki veziri devirmeye karar verip bunu da başaramadığı sürece, tüm oyunlar; tüm taşlar ve tüm oyuncular gülünç olmaya devam edecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder