Pages

6 Aralık 2011 Salı

Ladri di Biciclette


Ladri Di Biciclette, yani "Bisiklet Hırsızları", 1948 yapımı İtalyan filmi; bir başyapıt. İlk olarak, Woody Allen'ın en sevdiği filmler listesinde görüp de izlemeye karar vermiştim bu filmi. İyi ki de izlemişim.

İtalyan sinemasında 1930-1940 yılları arasında, Mussolini döneminin "Beyaz Telefon Filmleri" olarak da adlandırılan pembe salon filmleri dönemi hakimmiş. Bu dönemin ardından; 1944-1952 yılları arasında İtalyan sinemasına, bir önceki döneme tepki olarak doğan bir "İtalyan Neo-realismo" film dönemi etkin olmuştur. Tabii Neo-Realizm akımının sinematografik açıdan bir çok değişik teknik öngördüğünü söyleyebiliriz; el kamerası ile çekilen görüntüler; tamamen sokakta ve halkın içinde alınan, doğal gün ışığının kullanıldığı, dublajlı kayıtlar bir takım teknik özelliklerindendir.

Ama bunların ötesinde; İtalyan Neo-realizm akımının getirdiği fikirsel tepki önemlidir. Bu dönemde yapılan filmlerde hümanist bir bakış açısı sergilenmiş ve soyut fikirlerden çok duygulara önem verilmiştir. Bu açıdan Ladri di Biciclette ve o dönemde yapılan diğer filmler; tıpkı Van Gogh tabloları gibi empresyonist (izlenimci) öğeler barındırmaktadır. Çünkü bu filmlerde de duygular ön plandadır ve kişiden kişiye değişir niteliktedir.

Enzo Staiola - Lamberto Maggiorani
Filme tekrar dönelim. Konusu kısaca, bisikletle çalışılabilecek bir işi güç bela bulan gariban İtalyan'ın, bu bisikleti çaldırması ve akabinde işten çıkarılmamak için, bisikletini köşe bucak araması ve bisiklet çalma düşüncesine kadar uzanan psikolojik savaşıdır. Bu mücadelede oğlu da yanındadır ve iyi ahlaklı, örnek bir baba olmak ile daha iyi bir hayat sürmenin anahtarı olan bisikleti katiyyen bulmak düşüncesi arasında savaşan baba gerçekçi bir şekilde aktarılmıştır.

Sonuç olarak, alt tabakada yaşayan insanların, aslında sosyal hayatta çok fazla bulunan, (filmde bisiklet) ekmek, su, kıyafet gibi şeyler çok büyük önem arz etmeye başlıyor. Öyle ki, filmde, her sokağından yüzlerce bisiklet geçen İtalya'da, bisikletini arayan adam, o gözü dönmüşlükle birlikte çocuğunu bile unutuyor veya onun duygularına hiç dikkat etmiyor. Bisikletini çaresizlikle arayan baba, her geçen zamanda çocuğuna da uzaklaşıyor. Hatta, filmin bir sahnesinde, bisikletini arama telaşından çocuğunu bir baraj kenarında kendisini beklemesi için tembihleyip yanından ayrıldıktan sonra; yine baraj civarından boğulan bir çocuk için yapılan bağırışmaları işitiyor ve tabiri caizse kafasında jeton düşüyor bisikletini arayan adamın ve sanki oğlunu yeniden buluyor yanı başında ve yeniden tanışıyor onunla.

İşte 2. Dünya savaşından sonra yaşanan ve insani duyguların önüne geçecek kadar halkın benliğini kaplayan, insanların birbirine, ailelerinnin bireylerinin birbirine duyduğu sevginin önüne geçen, bu "basit şey"lerin trajedisi çok iyi yansıtılmış.

Bu bize aslında çok acı bir şeyi işaret ediyor. İnsanın insana olan sevgisini unutturabilecek durumlar, bir bisiklet sahibi olmak kadar görece basit ve trajikomik bir düzeye inebilir. Çok basit bir şey, bize onuru, gururu ve en önemlisi ise sevdiklerimizi unutturabilir. Bu yüzden de "Bisiklet Hırsızları" bir başyapıt hala ve bu yüzden de izlenmesi gerekiyor zannımca...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder